BERABER uçuyorduk.
O uçuşta o da benim gibi yolcuydu. Yıllarca kaptan pilotluk yapmıştı. Etkisinden bir türlü kurtulamadığı bir yolculuğunu anlatacaktı. Ama anlatırken bile heyecanlanıyordu. Şöyle diyordu:
İlk defa Medine’ye uçacaktık. Havalandık. Uçuş boyunca imkânsız bir heyecan fırtınası esiyordu içimde. Medine’ye yaklaştık. Alçalmaya başladık. Havada kesif bir kum fırtınası vardı. Sanki ağır bir sis içinde yüzüyorduk. Yanımda genç bir pilot vardı. O da ilk kez Medine’ye uçuyormuş. Biraz sonra kum fırtınasından çıktık. Görüntü çok netti. Sanki demin geride bıraktığımız kum fırtınasından çıkmamışız da bir boyuttan başka bir boyuta geçmişiz. Gözüm, ileride görülen Peygamberimizin (sav) mezarına takıldı. Çok uzaktı belki ama sanki yanımdaydı. İnsanı bir mıknatıs gibi çekiyordu. Kalbim yerinden çıkacak gibiydi. Ben ki şunca yıl uçmuşum, ben ki inmediğim havaalanı kalmamış, ben ki dünyada görülmedik yer bırakmamışım. Ama hiçbir yerde böyle olmamıştım. Sanki gözüm değil de gönlüm oraya takılmıştı. Bir an yanımdaki genç arkadaşıma baktım, gözlerinden inen yaşlar yanağına dökülmüş. İçin için ağladığını anladım.
Çok mu etkilendin, baksana yanaklarından ıslanmış? dedim. Bana döndü: Kaptan senin de yanakların ıslanmış baksana, dedi. Farkında değildim. Meğer ben de ağlamışım.
* * *
Medine şehri Peygamberimizin (sav) mescidini ortaya alarak büyümüş. O şehirde; her şey, herkes, her duygu, her zerre o mescide odaklanmış. O kubbenin altında sevgi Peygamberimizin (sav) tertemiz vücudu var. Nabi’lerin, Fuzuli’lerin, Nafi’lerin, Ahmet Yesevi’lerin, Hallac-ı Mansur’ların, Beyazıd-ı Bestami’lerin, Süyuti’lerin, Zehebi’lerin, Mevlana’ların, İkbal’lerin ölesiye tutkun oldukları bir peygamberin, evrenin uyarıcısının, bütün peygamberlerin mirasını sahiplenmiş bir ufuk insanının mezarı. İki yanında ise iki dostu uzanmış. Hz. Ebubekir (ra) ve Hz. Ömer (ra). Onların 200 metre kadar uzaklarında ise ehl-i beytin bütün büyüklerinin, Hz. Osman’ın ve daha nice Allah dostunun uzandıkları Medine (Baki) Mezarlığı.
Medine eski ismiyle Yesrib bir aşk ve sevda şehridir. Ölümü öldürenlerin, serden geçenlerin, aşk uğruna çileye talip olanların, sevgili uğrunda her cefaya selam duranların şehridir. Hep böyle oldu. Tarih boyunca serenatların, naatların, mersiyelerin, mevlitlerin, aşka yenik düşmüş fısıltıların, uğruna sefadan vazgeçilmişlerin baş şehri oldu Medine.
Osmanlı bu şehre vurgundu. Bu şehirden gelen mektuplar bile saltanat odasına törenle girerdi. Sevgiyle karşılanır ve ihtiramla hürmetle uğurlanırdı.
Osmanlı, Hicaz demiryolunu yapmaya giriştiğinde, demiryolunun raylarının altına keçe döşedi. Rayların üzerinden akan lokomotiflerin sesi yeşil kubbenin sessizliğine, mehabetine, ihtişamına zarar vermesin diye.
Medine’yi terk eden son Osmanlı Padişahı Fahrettin Paşa’nın tutkusu, müdafaası, ölesiye sevgisi, Medine direnişi az mı önemli. Hangi milletin askeri dün gibi bugün de bu kadar vefalı oldu? Bu kadar insan oldu, bu kadar insani oldu?
Medine mescidinde peygamberimizin (sav) namaza durduğu mihrabı bugün de belli. Teheccüd namazını kıldığı, itikafa oturduğu mekânlar belli. Her adımda Hz. Peygamber’e (sav) ait izler var. Çocukların başlarını okşadığı, yetimleri bağrına bastığı mekânlar bütün ziyaretçilerine o sıcak anları hatırlatıyor.
Medine Mescidi; gayrimüslim heyetlerin, problemi olan kavimlerin, kan davalarından kurtulmak için Hz. Peygamber’e (sav) sığınanların ziyaret ettikleri bir merhamet eviydi. Hidayet yolunun gösterildiği, cennete gidilecek amellerin, güzel işlerin projelerinin kulaklara fısıldandığı özel bir yerdi.
Şu hac mevsiminde Medine’ye gidenler bütün bunların farkındadırlar. Farkında olmalılar. O sımsıcak şehirden dünyaya yayılmış ve gelecekte gücünü daha da hissettirecek insan odaklı bir medeniyetin tohumları işte orada atıldı. Bugünlerde hacı adaylarının bir kısmı Medine’deler. Dilerim ki şehirleşmenin, zihin dünyasındaki göçebelikten ve aşiret anlayışından kurtulmanın, medeni, insani olmanın İslam’ın olmazsa olmazı olduğunun şifrelerini Medine’de yeniden hatırlarlar.
Müslüman ile İslam arasındaki inkâr edilmez uçurumu ancak düşünerek, okuyarak, vahyi anlayarak, dinleyerek, dinleterek, tahammüllü olarak kapatabiliriz.
Bizim şu veya bu ülkenin Müslümanlığına ihtiyacımız yoktur. Bizim için dini anlamda model bir ülke de yoktur. Bizim örneğimiz, ölçümüz bellidir. Kuran-ı Kerim ve Hz. Peygamber’in (sav) sahih hadisleri. Başkasına ne yol ve ne de ihtiyaç var. Başka yol gösterenlerin de takip etmesi gereken yol ancak bu yoldur. İslam, modellere kurban edilmeyecek kadar yücedir.