Halkı Müslüman olan ülkelerde şirk taassubunun oluşturduğu ve gayesinin ancak Allah-u Teala’nın yeryüzündeki tasarruf hakkını red olan ideolojik hareketler ithal edilmeye başlanınca, kişi ve kurumların da durum ve vaziyeti bu çerçevede değişmeye başladı.
Bu değişim süreci içerisinde müşrik devlet ve toplumlarla kaynaşma ve dostluk da doğal hale geldi. Müşrik ve müslüman’ın yaklaşımının sonucunda gündeme doğal olarak inananların rehberi olan Kur’anın beyanatı geldi. Allahu Teala,
”Ey iman edenler, mü’minleri bırakıp ta kafirleri dost edinmeyin”;
(Nisa-144)
diye buyurmakta, bu emrinin mahiyetini yine bir başka ayetinde şöyle dile getirmektedir.
”Ne Yahudiler nede hırıstiyanlar, sen onların dinine uymayınca senden hoşnut olmazlar. (Bakara-120)demektedir.
Onların sevgisini kazanman için mutlaka o çağdaş firavunların ve nemrutların, kendi yanlarından çıkardıkları ideolojilerini kabul etmen ve Allaha şirk koşman gerekir.
İnsanlığın cahili bataklığa battığı ve tağutların cirit attığı, şirkin en muazzam örneğinin yaşandığı cahiliye devrinde;
Peygamberimizin eliyle gerçekleşen İslama çağrı hareketi hiç şüphesiz,
peygamberler manzumesinin önderliğinde yürütülen, uzun çağrı zincirinin son halkasını meydana getirir.
İnsanlık tarihi boyunca süren bu çağrının tek hedefi vardır. İnsanlara tek ilahlarını Hak Rabb’lerini tanımak, herhangi bir yaratılmışa tapmayı red ederek ortaksız Allaha kul olmayı benimsetmektir. (Seyyit Kutup-Yoldaki işaretler s. 30)Nitekim ilk insan ve ilk peygamber olan Hz. Adem bile Allahu Tealanın kendisine indirdiği on suhufla ilk şer’i devleti kurmuştur.
(Yusuf Kerimoğlu-Kelimeler Kavramlar s. 30)Yeryüzünde kurulan ilk devlet, sadece bir olan Allaha kulluk esasları üzerine kurulmuştur.
MÜ’MİN MÜŞRİK AYRIMI:
-Allahu Teala yüce kitabımızda:
“Ey Muhammet, Andolsunki onlara; Gökleri ve yeri kim yarattı? diye sorsan; Onları güçlü olan, her şeyi bilen yaratmıştır derler. ”(Zuhruf-9)
Bu kişilere yine sorsanız ve onlara;
"Allah`ın indirdiğine uyun deseniz, (onlarda)babalarımızı üzerinde bulduğumuz yola uyarız derler”(Lokman-21)
ve Allah`ın ahkamına rıza göstermezler. Allahu Teala böylece mü’mi-ni ve müşriği ayırmış oluyor.
İslami ıstılahta şirk; -Allahu Teala’ya inanmakla birlikte, kudret ve kuvvette ona denk başka ilahları tanımaktır. diye geçer(Yusuf Kerimoğlu-a. g. e s-154)ın varlığına inanırlar, ama hayatlarını ise Roma hukukuna göre tanzim ederler.
ın büyüklüğünü bilirler, fakat miraslarını kapitalist felsefeye göre paylaşırlar. Allah`ın ilmine sonsuz itimatları vardır, lakin cemiyetlerin sosyal düzenini Fıransız insan hakları beyannamesine göre düzenlerler.
İşte bu vasfa sahip bütün şahsiyetler, müşrik olmaktan kendilerini kurtaramazlar.
Bu gün halkı Müslüman olan ülkelerin yöneticileri, Allaha inandıklarını kitleler önünde ikrara ederler, ancak belli ideolojilerle de insanların hayatına yön vermeye devam ederler. Bu sebeple kurtarıcı olarak gördükleri idologları
Allah-u Teala’ya ortak koşarlar. Bu sebeple “Müşri Düzen”; tabiri isabetlidir. (Y. Kerimoğlu- a. g. e. -156)
VAHİY MUKAVELESİ
Tevhid şuuruna sahip her Müslüman, Rabbimizle ruhlar aleminde yapmış olduğumuz
sözleşmeyi tanımak ve gereğini yapmakla mükelleftir. Bu mukavelenin sonucunda(Araf: 172-173)
bizler, Rabb olarak Allah’ı tanıdığımıza söz vermiş oluyoruz. Yaratılmış her insan bi zatihi bu mukaveleden sorumludur. Hiç kimse mesul olmadığını söyleyemez. Çünkü bu ayeti kerimeler, insanların yüksek bir şuur ve idrakle meftun olduklarını, Allah’ın birliğine ait delilleri ve hakikatleri akıllarıyle arayıp bulabilecekleri çok açık bir şekilde ifade etmiştir. (H. B. Çantay c-1 s-254)
Fakat bugün Müslüman şahsiyetlerin büyük gafleti ve yerli işbirlikçiklerin çalışması sonucu,
İslam topraklarında kapitalist veya sosyalist felsefeden biri benimsenmiş, insanlar arasındaki ilişkileri meclislerin çıkaracağı kanunlara göre düzenlemeyi esas almış devletler hüküm sürmektedir. (Hüsnü Aktaş-Medeni Vahşet s-146)
Dolayısıyle de velayet taguti düzenler verildi. Oysa; İslamda velayet yetkisi, gerek nazari anlamda olsun, gerekse ameli manada olsun İslam’ın koyduğu esas ve temel üzere olacaktır. İslam temelinin dışındaki esaslara göre velayet yetkisinin verilmesi batıl bağdan başka bir şey değildir. (Said Havva A. E. Ahlak ve kült. s-252)Bunun sonucunda da, hiçbir batıl düzel mü’minlerin isteğiyle iktidara gelemez.
DURUMUN TAHLİLİ
Halkı Müslüman olan ülkelerdeki taguti düzenler, içten ve dıştan aldıkları yardımın sonucunda varlığını daha da güçlendirerek duruma hakim olmuşlardır. Kişilerin heva ve heveslerini putlaştırarak, kurdukları bu müşrik düzeni
Müslümanları asimile etmek için kullanmaktadırlar. Bunların bu gayretine bir de inananların parçalanmışlığı eklenince, adeta ekmeklerine yağ sürülmüştür. Cemaat ve topluluk önderleri ne zaman enaniyetlerini terk eder, gerçekten rızası için çalıştıklarını İSLAM ÜMMETİ’ne gösterirlerse, sanırım bu şirk sisteminin işi biraz zorlaşacaktır.
Çünkü İslam ümmeti tarihinin hiçbir zamanında bunca bölünmüşlük ve bunca parçalanmışlık yaşamadı. Tarihin hiçbir döneminde yüzlerce cemaat, yüzlerce imam olmadı. Alimleri hiçbir zaman bu kadar zengin olmadı. Hiç biri yazdığı eserlerden servet edinmedi. Geçmişte hiçbir alim ulaşılmaz fil dişi kulelerde oturmadı. Zulmü gördüklerinde, zamane alimleri gibi susmadılar. Susmayanlar ın vaadine mutlulukla yürüdüler. Hiç birinin servet değerinde yazlıkları, çiftlikleri olmadır. Sanırım bu ızdırabın nedeni, birazda bilinçsiz inananlar ve suskun ALİMLER.