Kush është në linjë | 510 përdorues në linjë: 0 anëtarë 0 të fshehur 510 vizitorë :: 2 Bots
Asnjë
Rekord i përdoruesve në linjë ishte 873 më Tue 13 Aug 2019 - 10:40
|
Sondazh | | A e falni namazin rregullisht? | 1.Po 5 kohë elhamdulilah | | 96% | [ 287 ] | 2.Vetëm Sabahun | | 0% | [ 1 ] | 3.Kur kam kohë | | 0% | [ 1 ] | 4.Vetëm Sabahun dhe akshamin | | 0% | [ 1 ] | 5.Vetëm xhuman | | 1% | [ 2 ] | 6.Nuk falem hiq | | 2% | [ 7 ] |
| Totali i votave : 299 |
|
Rissi ne Forum | Shkarko aplikacionin e Forumitduke klikuar këtu mbi fot
|
Statistikat | Forumi ka 3031 anëtarë të regjistruar Anëtari më i ri Fadil Grisholli
Anëtarët e këtij forumi kanë postuar 24389 artikuj v 13536 temat
|
Kohët e faljes së namazeve | |
|
| Hanım Sahabîler | |
| | Autori | Mesazh |
---|
Muhamed Dolaku Antar-aktiv
Numri i postimeve : 3478 Data e regjistrimit : 16/09/2011 Mosha : 78 Nacionaliteti-Sheti : R e Kosovës, Mitrovicë
| Titulli: Hanım Sahabîler Sat 19 Nov 2011 - 1:08 | |
| Hanım Sahabîler
• HZ. ÂTİKE BİNTİ ABDULMUTTALİB (R.ANHA) • HZ. ÂTİKE BİNTİ HÂLİD (R.ANHA) • HZ. ÂTİKE BİNTİ ZEYD (R.ANHA) • HZ. ÂİŞE (R.ANHA) • HZ. CEMİLE BİNTİ ABDİLLAH (R.ANHA) • HZ. CÜVEYRİYE (R.ANHA) • HZ. CÜVEYRİYE BİNTİ EBÎ CEHİL (R.ANHA) • HZ. DÜRRE BİNTİ EBÎ LEHEB (R.ANHA) • HZ. ERVÂ BİNTİ ABDULMUTTALİB (R.ANHA) • HZ. ERVÂ BİNTİ KÜREYZ (R.ANHA) • HZ. ESMA BİNTİ EBÎ BEKİR (R.ANHA) • HZ. ESMÂ BİNTİ UMEYS (R.ANHA) • HZ. ESMÂ BİNTİ YEZÎD (R.ANHA) • HZ. FÂTIMA BİNTİ ESED (R.ANHA) • HZ. FÂTIMA BİNTİ HATTAB (R.ANHA) • HZ. FÂTIMA BİNTİ KAYS (R.ANHA) • HZ. FÂTIMÂ BİNTİ RESÛLULLAH (R.ANHA) • HZ. HAFSA (R.ANHA) • HZ. HÂLE BİNTİ HUVEYLİD (R.ANHA) • HZ. HÂLİDE BİNTİ ESVED (R.ANHA) • HZ. HALİME (R.ANHA) • HZ. HAMNE BİNTİ CAHŞ (R.ANHA) • HZ. HATİCE (R.ANHA) • HZ. HAVLE (R.ANHA) • HZ. HAVLE BİNTİ HAKÎM (R.ANHA) • HZ. HAVLE BİNTİ KAYS (R.ANHA) • HZ. HAVLE BİNTİ SA’LEBE (R.ANHA) • HZ. HAVVÂ BİNTİ YEZÎD (R.ANHA) • HZ. HULEYDE BİNTİ KAYS (R.ANHA) • HZ. HİND BİNTİ UTBE (R.ANHA) • HZ. LEYLÂ BİNTİ EBÎ HASME (R.ANHA) • HZ. LÜBÂBE BİNTU’L HÂRİS ES-SUĞRA (R.ANHA) • HZ. LÜBÂBE BİNTÜ’L HARİS (ÜMMÜ’L-FADL) (R.ANHA) • HZ. MÂRİYE (R.ANHA) • HZ. MEYMÛNE (R.ANHA) • HZ. MEYMÛNE BİNTİ SA’D (R.ANHA) • HZ. NEFİSE (R.ANHA) • HZ. NUSEYBE BİNTİ KA’B (ÜMMÜ UMÂRE) (R.ANHA) • HZ. RUKAYYE BİNTİ RESÛLULLAH (R.ANHA) • HZ. RÜBEYYİ’ BİNTİ MUAVVİZ (R.ANHA) • HZ. RÜBEYYİ’ BİNTİ NADR (R.ANHA) • HZ. SAFİYYE (R.ANHA) • HZ. SAFİYYE BİNTİ ABDULMUTTALİB (R.ANHA) • HZ. SELMÂ (R.ANHA) • HZ. SELMÂ BİNTİ KAYS (R.ANHA) • HZ. SELMA BİNTİ UMEYS (R.ANHA) • HZ. SEVDE BİNTİ ZEM'A (R.ANHA) • HZ. SÜMEYYE BİNTİ HABBÂT (R.ANHA) • HZ. ÜMÂME BİNTİ EBÎ’L-ÂS (R.ANHA) • HZ. ÜMÂME BİNTİ HAMZA (R.ANHA) • HZ. ÜMEYME BİNTİ RUKAYKA (R.ANHA) • HZ. ÜMEYYE BİNTİ KAYS (R.ANHA) • HZ. ÜMMÜ ATİYYE BİNTİ HÂRİS (R.ANHA) • HZ. ÜMMÜ EBÛ HUREYRE (R.ANHA) • HZ. ÜMMÜ EYMEN (R.ANHA) • HZ. ÜMMÜ EYYUB (R.ANHA) • HZ. ÜMMÜ HABİBE (R.ANHA) • HZ. ÜMMÜ HAKÎM BİNTİ HÂRİS (R.ANHA) • HZ. ÜMMÜ HÂLİD BİNTİ HÂLİD (R.ANHA) • HZ. ÜMMÜ HANİ (R.ANHA) • HZ. ÜMMÜ HARAM (R.ANHA) • HZ. ÜMMÜ KAYS BİNTİ MİHSAN EL-ESEDİYYE (R.ANHA) • HZ. ÜMMÜ KÜLSÛM BİNTİ UKBE (R.ANHA) • HZ. ÜMMÜ KÜLSÜM BİNTİ RESÛLULLAH (R.ANHA) • HZ. ÜMMÜ RÛMAN (R.ANHA) • HZ. ÜMMÜ SELEME (R.ANHA) • HZ. ÜMMÜ SELÎT (R.ANHA) • HZ. ÜMMÜ SÜLEYM BİNTİ MİLHÂN (R.ANHA) • HZ. ÜMMÜ VARAKA (R.ANHA) • HZ. ÜMMÜ ZER’ (R.ANHA) • HZ. ÜMMÜ ŞERÎK (R.ANHA) • HZ. ÜMMÜ’D-DERDÂ (R.ANHA) • HZ. ÜMMÜ’L HAYR BİNTİ SAHR (R.ANHA) • HZ. ZEYNEB BİNTİ CAHŞ (R.ANHA) • HZ. ZEYNEB BİNTİ EBÎ SELEME (R.ANHA) • HZ. ZEYNEB BİNTİ EBÛ MUÂVİYE (R.ANHA) • HZ. ZEYNEB BİNTİ HUZEYME (R.ANHA) • HZ. ZEYNEB BİNTİ RESÛLULLAH (R.ANHA) • HZ. ŞEYMÂ BİNTİ HÂRİS (R.ANHA) • HZ. ŞİFÂ BİNTİ ABDULLAH (R.ANHA) | |
| | | Muhamed Dolaku Antar-aktiv
Numri i postimeve : 3478 Data e regjistrimit : 16/09/2011 Mosha : 78 Nacionaliteti-Sheti : R e Kosovës, Mitrovicë
| Titulli: Re: Hanım Sahabîler Sat 19 Nov 2011 - 1:13 | |
| HZ. ÂİŞE (R.ANHA)“Bütün kadınların ilmiyle Hz. Peygamber’in aleyhissalatu vesselam diğer hanımlarının ilmi bir araya getirilse, Hz. Âişe’nin ilmi hepsinden üstün gelir.” İmam ZühriBABASI:Hz. Ebu Bekir es-Sıddîk (r.a).ANNESİ:Gerçek ismi Zeynep olan Ümmü Rûmân binti Âmir (r.anha).NESEBİ:Âişe binti Ebî Bekir (Abdullah) bin Ebî Kuhâfe (Osman) bin Amr bin Amr b. Ka’b bin Sa’d bin Teym bin Mürre bin Ka’b bin Lüey el-Kuraşi et-Temimi.KÜNYE VE LAKABLARI:Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) Efendimiz, Âişe Validemize “Hümeyra” lakabını vermiştir.ŞEMAİLİ VE AHLÂKI:Hazret-i Âişe, güzel yüzlü, tatlı sözlü, çok zeki bir genç kızdı. Aldığı terbiye konusunda sadece Hazret-i Ebu Bekir’in kızı olduğunu belirtmek her şeyi açıklar. Hz. Âişe nahif vücutlu, iri gözlüydü, saçları dalgalıydı, pembe, beyaz parlak yüzlü idi. BAZI ÖZELLİKLERİ:Ehl-i Beyt içinde Hz. Âişe’nin ilmi üstünlüğü söz götürmez bir gerçektir. İfk hadisesinde gerdanlığını kaybetmesiyle başlayan olaylarda kendisine atılan iftiralardan beraatine dair âyet inmiştir. Konu ile ilgili âyetleri ve açıklamasını “Hakkındaki Âyetler”de bulabilirsiniz.Hz. Âişe’nin evi, Medine’de en mühim ilim merkezi idi. Büyük, küçük, kadın, erkek birçok kimseler onun sohbetine devam eder, bilmediklerini ona sorup öğrenirlerdi. Hz. Âişe, Ashabın müctehidleri arasında idi. Rivayet ettiği ahkâm ve hadisatı yalnız nakil ile kalmaz, onların sebep ve hikmetlerini de bildirirdi. Hz. Âişe’nin yetiştirdiği yüzlerce âlimlerden elliden fazlasını kadınlar teşkil eder. Hz. Âişe, kadınlık tarihinde en şerefli ve üstün mevkie sahip, dini, ahlaki, ilmi, idari meziyetleri kendisinde toplanmış, yüzlerce ilim ve irfan sahibi insan yetiştirmiş müstesna bir şahsiyettir…Hz. Âişe’nin hayatı, önünden sonuna kadar, kanaat, takva ve sehavetin en parlak örnekleriyle doludur. Hz. Âişe, varlıkta da, darlıkta da, aynı şekilde yaşamış, kendisine teveccüh eden dünyayı daima reddetmiş, ona, asla iltifat etmemiştir.Hz. Âişe, eline geçeni biriktirir, biriktirdiğini de, muhtaç ve yoksullara paylaştırırdı. Hz. Âişe’nin kendisine ait bir evi dahi Muaviye’ye satıp parasını muhtaçlara dağıttığı rivayet edilir. Hz. Âişe, yetim çocukları alır, terbiye eder, yetiştirir ve evlendirirdi. Bunu, kendisi için bir vazife ve borç bilirdi. Hz. Âişe, birçok köle azad etmiştir. Azad ettiği kölelerin sayısı 62’yi bulmaktadır. Hz. Âişe, hayatın bütün zevkini Allah’a ibadet ve taatta, insanlara iyilik etmekte bulan, hayatını dini hüküm ve esaslara göre ayarlayıp buna ömrünün sonuna kadar riayet eden muttaki bir insandı. Resûl-ü Ekrem’in (aleyhissalatu vesselam) sağlığında O’nun nafile oruç ve namazlarına seve seve iştirak ettiği gibi, irtihalinden sonra da, bunlara itina ile devamdan geri durmamıştır. Hz. Âişe Validemiz, Hz. Hatice Validemizden sonra Resûlullah’ın (aleyhissalatu vesselam) zevcelerinin en güzeli ve en meşhurudur. Kendisi âlim, fakîh ve son derece fesahatli olup çok hadis rivayet etmiştir. Arapların meşhur günlerine ve şiirlerine de âşina idi. Fazileti ve fıkıhda derecesi o kadar yüksektir ki fıkhımızın hemen hemen dörtte biri ondan rivayet edilmiştir. Çeşitli İslamî ilimler ile cahiliye devri ilimlerinde son derece şümullü bilgisi vardı. Hazret-i Âişe, İslam kadınlığının bîhakkın medarı iftiharıdır. Çok hadis rivayet etmekle tanınmış olan yedi zattan biri odur. Efendimiz, son günlerini Hz. Âişe Validemizin odasında geçirmiş olup, Âişe Validemizin kolları arasında ruhunu Rahman’a teslim etmiştir. Mübarek kabri şerifi ise bu kutlu odadadır.Resûl-i Ekrem (aleyhissalatu vesselam) Hayber’e Hz. Âişe’nin cübbesinden yapılmış büyük bir siyah sancakla gitmiştir. Mü’minler bu sancağa “Kartal” adına vermişlerdir. Ayrıca İslamiyet’in ilk bayrağı da Hz. Âişe’nin beyaz tülbentinden yapılmıştır. “Hazret-i Âişe Validemiz, Allah Resûlü ile dokuz sene beraber olmuştur. Bu müddet içinde İslamiyetin birçok ahkâmını derinlemesine kavramış ve en çok hadis rivayet edenlerden biri olmuştur. Özellikle kadınlarla ilgili hükümlerin çoğu onun vasıtasıyla Allah Resûlü’nden naklolunmuştur. Zekâsı ve dirayetiyle herkesin hayranlığını kazanmıştır.” Hz. Âişe Validemiz, Tabiîn’in en büyük imamlarına feyz kaynağı olmuştur; azize annemiz, kimi zaman bir perde arkasından, bazen de süt hısımlığı konusundaki kendine has içtihadıyla amel eden talebelerine doğrudan ders vermiş, en muğlâk mevzuları onlara şerh etmiş ve sordukları sorular hakkında fetvalar serdetmiştir. Hazreti Âişe annemiz, Mahbûb-u Âlem (aleyhissalatu vesselam) Efendimiz’den sonra kavuştuğu fevkalâde bolluğa rağmen zahidâne hayattan vazgeçmemiş; binaenaleyh, zarif ve yumuşak kumaşlardan elbise diktirebileceği halde, kaba ve sert giysilerle iktifa etmişti.HAYATI:Peygamberliğin onuncu yılında Hz. Hatice Validemizin vefatından sonra Efendimiz’in (aleyhissalatu vesselam) sütkardeşi Osman İbni Maz’un’un hanımı Havle Binti Hakîm Resûlullah’a gidip Sevde Binti Zem’a ve Hz. Ebu Bekir’in kızı Âişe’yi evlenmesi için Resûlullah’a tavsiye eder. Efendimiz (aleyhissalatu vesselam) Havle’yi, Ebu Bekir’in evine Âişe’yi istemesi için gönderir ve Peygamberliğin onuncu yılının şevval ayında Âişe Validemiz ile nikâhlanır. Mekke’de yapılan nikâhtan üç yıl sonra Resûlullah, Hz. Âişe’nin mehrini verir ve düğünleri olur. “Hazret-i Âişe’nin nişanı Mekke’deyken bi’setin onuncu yılı yapılmıştı. Hazret-i Peygamber’le izdivâcı kararlaşmadan önce Cübeyr b. Mu’tim’le izdivâcı mutasavverdi. Cübeyr’in babası, ailesi içine İslamiyetin girmesini arzu etmediğinden, bu sebeple oğlunun nişanını bozmuştu. Bundan sonra Ebu Bekir’in kızının Hazret-i Peygamber’le (aleyhissalatu vesselam) nişanları yapılmıştır. Bu, hicretten üç sene önceydi.Hazret-i Âişe’nin yaşı meselesi, bilhassa son zamanlarda, dile dolanmak istenmiştir. Alelumûm Siyer sahipleri onu 6-7 yaşındayken bi’setin onuncu yılında Mekke’de nişan ve nikâhı yapıldığını, hicretten sonra 9-10 yaşındayken Medine’de zifaf vuku bulduğunu yazarlar. Bunun vakıa ne derece uygun olduğu kestirilemez. Burada kısaca şunu söyliyelim ki, bu adedler tam bir kat’iyetle yaşı tahdîd için değil de, takrîbî bir surette yaşı ifade için söylenmiş olabilir. Çok defalar yaş meselesinde böyle, o dolayda manasını kastederek ifadede bulunulduğu vakidir. Hazret-i Âişe’nin evlendiği zaman yaşının daha büyük olduğunu ablası Esma’nın hal tercemesinden çok kesin olarak anlıyoruz. Eski terceme-i hal kitapları Esma’dan bahsederken diyorlar ki; Esma 100 yaşında olduğu halde hicretin 73. yılında vefat etmiştir. Hicrette 27 yaşındaydı. Hazret-i Âişe, ablasından 10 yaş küçük olduğuna göre, onun da hicrette tam 17 yaşında olması îcâb eder. O, Hazret-i Peygamber’den önce Cübeyr’le nişanlanmıştı. Demek evlenecek çağda bir kızdı.” İfk Hâdisesiİfk hâdisesi ise Hz. Âişe (r.anha) Validemize münafıkların başı olan Abdullah bin Übeyy’in iftira attığı hadisedir.“Benî Mustalık harbinden dönüşte ortaya çıkan bir iftira hadisesi vardır ki, bu doğrudan doğruya Hazret-i Âişe’nin şerefli şahsına tevcîh edilmiş çirkin bir yalandır. Bu harpten dönerken Hazret-i Âişe emaneten takındığı bir gerdanlığı yolda düşürdüğünden onu ararken kervandan geri kalmış, münafıklar bunu büyük bir fırsat bilerek ona açık iftirada bulunmuşlardı. Bidâyette pek ehemmiyetsiz bir mesele gibi ortaya çıkan bu hadise, sonradan münafıkların dile dolamasıyla dal budak salmış, Hazret-i Âişe’yi dile düşürmüştür. Hadis ve Siyer kitapları bu bühtan ve iftirayı red için uzun uzadıya deliller getirirler. Kur’an-ı Kerim, bunu açık bir bühtan olarak vasıflandırmaktadır. Hadisenin rivayet tarzı, onun iftira olduğunu açıkça göstermektedir.”“Hz. Âişe (r.anha) anlatıyor: Benim özrümle ilgili ayet indiği zaman Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) minbere çıktı, günahsız olduğumu belirtti, arkasından ilgili ayetleri okudu ve iki kadın ve bir erkeğin cezalandırılmalarını emretti. Üçü de had cezası olan celde'ye (değneklenmeye) tabi tutuldular.”Rivâyetin Tirmizî’deki aslında iki erkek ve bir kadının recmedildiği belirtilir. İki erkek Hassân İbnu Sâbit ve Mistah İbnu Üsâse’dir. Kadın da Hamne Binti Cahş’tır.Bir rivayette İfk Hâdisesinin asıl müsebbibi olan Abdullah İbnu Ubey İbnu Selül’ün ismi, cezalandırılanlar arasında geçmiyor. Onun da cezalandırıldığını teyid eden rivayet mevcut ise de bu husus âlimler arasında ihtilaflı kalmıştır, kesinlik yoktur.” İfk hâdisesi ile alakalı âyetleri tekrar olacağı için buraya almıyoruz, “Hakkındaki Âyetler”e müracaat edebilirsiniz.Cemel Vak’asıCemel Vak’ası, Hz. Ali ile Hz. Aişe taraftarları arasında cereyan eden, İslâm tarihinin ilk üzücü olayıdır. Cemel, Arap dilinde deve anlamına gelir. Hicrî 36 yılında vuku bulan bu olay esnasında Hz. Aişe iri bir deveye bindiği için, olaya bu isim verilmiş, bindiği deve de “asker” diye adlandırılmıştır.“Hz. Âişe, Hacc vazifesini yapmak üzere Medine’den Mekke’ye gitmişti. Hz. Âişe, Haccı yaptıktan sonra Medine’ye dönerken Hz. Osman’ın şehid edildiği haberini almış, Medine’ye gideceği yerde derhal Mekke’ye dönmüştü. Çünkü Medine’de faciânın doğurduğu kargaşalıklar, kararsızlıklar, karışıklıklar devam ediyordu. Mekkeliler, Hz. Âişe’ye vaziyeti sordukları zaman, Hz. Âişe, Hz. Osman’ın haksız yere öldürüldüğünü, Medine’de fesad ocağının bütün ufku karartacak şekilde tüttüğünü, mazlum ve şehid Hz. Osman’ın kanının heder olmaması icâb ettiğini, katillerin mutlaka cezaya çarpılmaları ve bu suretle Müslümanlık namusunu kurtarmak vazifesinin yerine getirilmesi lazım geldiğini söylemişti. Hz. Talha ile Hz. Zübeyr de Mekke’ye gelmişler, Medine’deki vaziyeti Hz. Âişe’ye izah etmişler, bu izahlar Hz. Âişe’nin fikrini ve kanaatini kuvvetlendirmiş, O da mazlum ve şehid Hz. Osman’ın intikamını almak için herkesi toplanmağa davete başlamıştı.Fakat hâdiselerin meydana geliş tarzı, bunların birbirini takib etme şekli, Hz. Ali’yi âsilere göz yumar bir vaziyette gösteriyordu. Dışarıda herkes O’nun suçluları himâye ettiğine hiç olmazsa onlara karşı müsâmahakâr davrandığına kâil oluyordu.” Hz. Ali’nin elinde yeterli kuvvet bulunmadığından ve âsilerin Medine’yi muhasara altına almalarından dolayı Hz. Ali, Hz. Osman’ın katillerinin peşine düşmeyi ertelemişti. O zamanın şartları bunu gerektiriyordu.“Hz. Ali, muhaliflerinin Mekke’deki hazırlıklarından haberdâr olarak onlardan önce Irak’a varmak, Irak’a hâkim olmak, hazinenin muhalifler eline düşmemesini temin etmek istedi.”“Hz. Ali, Medine’den ikiyüz kişi ile yola çıktı. Kendisine Kûfe’den iltihâk eden yedibin kişi ile Basra’ya hareket etti. Basra’ya vardığında askerlerinin sayısının 20.000 kişiye vardığını gördü. Hz. Âişe’nin etrafında toplananlar ise 30.000 kişi kadar vardı. İki taraf karşı karşıya geldi. Her kabile, rakibi olan kabileye karşı vaziyet aldı. Bundan başka daha üzücü bir hâl ve hareket görülemezdi. Sırf siyasî maksadlar ve kanaatler, kardeşleri birbirine düşürüyordu. Düne kadar düşmanla mücadele eden kardeşler, bugün birbirinin canına kıyacaklardı. Birçok Müslümanlar, bu manzaradan müteessir oldular. Hz. Zübeyr, “Müslümanlar bir kaya gibi sağlam iken bugün bu kayayı kendi elleriyle parçalıyorlar” dedi. Her taraf kendini o kadar haklı sanıyordu ki, biri de dönmek istemiyordu. Kûfelilerden bazı büyükler, Basra’da ikamet eden kendi kabile mensublarına fitneden vaz geçmelerini söylediler. Bunların hepsi de “Müslümanların vâlidesini yalnız bırakamayız!” dediler.Kabile reislerinden biri Hz. Ali’nin yanına gitti. Sulh teklifinde bulundu. Hz. Ali, sulha zaten razı idi. Derhal sulh teklifine muvafakat etti. Aynı adam Hz. Talha ve Hz. Zübeyr’in yanına gitti. Onlara da aynı teklifi ileri sürdü. Sonra Hz. Âişe’ye hitaben dedi ki:“Ey mü’minlerin vâlidesi! Bu hareketten maksadınız nedir?” Hz. Âişe şu cevabı verdi: “Hz. Osman’ın katillerinin cezalandırlımaları ve herkesi ıslaha davet!”“O halde düşününüz. Hareketinizin nerelere vardığını teemmül ediniz. Beşyüz katil için beşbin kişinin kanı akıtıldı. Şimdi de beşbin kişinin kanı için daha binlerce insanın kanı akacak. Islah bu mudur?”Bu sözler o kadar belâgatlı ve dokunaklı bir tarzda söylendi ki, kimse cevap veremedi. Herkes sulha muvafakat etti. Nihayet Ashab birleşti ve anlaşma hâsıl oldu.Artık her iki taraf dövüşmek fikrinden vaz geçmişti. Sulhun yerleşeceğine şüphe kalmamıştı. Fakat Hz. Osman’ın katilleri, sulhun yapılması takdirinde felakete uğrayacaklarını, cezaya çarpılacaklarını anlayarak bozgunculuktan geri kalmadılar. Hz. Ali’nin maiyetinde, İbni Sebe’ fırkasına mensub birçok adamlar vardı. Bunların hedefi, Müslümanları birbirine düşürmekti. Bunun için cenk ve cidâl fikri tamamıyla kalkdığı ve herkes rahat rahat uyuduğu sıralarda yerlerinden ayrılarak karşı tarafa ansızın hücûm etmişler, bütün sulh ve ıslah teşebbüslerini akamete uğratmışlardı. Hz. Ali maiyetini harekete geçmekten alıkoymak istedi, fakat kimseye söz dinletemedi. Silaha sarılan harbe koşmuş, her taraf diğer tarafı hıyânet etmek ve ahdi bozmakla suçlamıştı.”“Bu sırada Hz. Âişe’nin devesinin ayağına bir darbe isabet etmiş ve deve yere düşmüştü. Ammâr bin Yâsir ile Muhammed bin Ebû Bekir hemen koştular. Muhammed, hemşiresi Hz. Âişe’nin tahtırevanına elini uzattı. Hz. Âişe, tahtırevanının içine bir el uzandığını görünce: “Bu hangi mel’ûnun elidir?” diye bağırdı. Muhammed, Hz. Âişe’ye kendi biraderi olduğunu söyledi ve ona yaralanıp yaralanmadığını sordu. Hz. Âişe: “Sen beğenilen bir adam değil, yerilen bir adamsın!” diyerek mukabelede bulundu. Bu esnada Hz. Ali de geldi. Hz. Âişe’nin yaralı olup olmadığını sordu. Hz. Ali, Hz. Âişe’nin hatırını sordu ve sonra onu kendi taraftarlarından bir Basralının evine gönderdi. Basralılardan yaralananlar da orada idiler. Müteakiben Hz. Ali ile Hz. İbni Abbas ve sair zevat Hz. Âişe’yi ziyaret ederek onunla konuştular. Bunu müteakib Hz. Âişe, Muhammed bin Ebû Bekir’in muhafazası altında maiyetine verilen kırk kadar kadınla Hicaz’a doğru hareket etti.Hz. Âişe hareket ederken: “Yemin ederim ki, Ali’ye karşı hiçbir dargınlığım yoktur. Aramızda olsa olsa bir zevce ile kocasının akrabası arasında olabilen şeylerden başka bir şey yoktur” dedi. Hz. Ali de, aynı tarzda mukabele etti. Bunun üzerine Hz. Âişe’nin kafilesi yola koyuldu.Hacc mevsimine birkaç ay kalmıştı. Hz. Âişe doğru Mekke’ye gitti. Hacc’dan sonra Medine’ye avdet ederek Peygamberimizin Ravza-i Mutahharasına mücâvir olmuştu. Hz. Âişe, bütün hayatı esnasında ıslah için tuttuğu yolun doğru olup olmadığını düşünür ve cereyan eden hâdiseyi teessürle hatırlardı. İbni Ebî Şeybe, Müsned’inde Hz. Âişe’nin şu sözlerini naklediyor: “Keşke ben yirmi sene evvel ölmüş olsaydım!” Sahîh-i Buharî’nin beyanına nazaran, Hz. Âişe, ölümüne yakın hayatında böyle bir hata işlediğini söyleyerek Ravza-i Mutahhara’ya defnedilmemesini, Hz. Peygamber’in diğer zevcelerinin yanına Bakî’ mezarlığına defnedilmesini vasiyet etmişti.”“Namazlarında veya müstakil olarak Kur’an okurken, özellikle Ezvâc-ı Tâhirât’a hitap eden: “Evlerinizde oturun!” (Ahzab: 31) mealindeki âyete geldiğinde duruyor ve elbisesi ıslanıncaya kadar ağlıyordu.”“Mevâhib-i Ledûnnîye şarihi Zürkanî’nin açıklamasına göre kendisinden 2210 hadis-i şerif rivayet edilmiş olup bunların 174 ünde Şeyhân yani Buharî ve Müslim ittifak etmişlerdir. Yalnız 54 hadis Buharî, 68 hadis de sadece Müslim tarafından alınmıştır.”“Hz. Âişe’nin vefatı Hz. Muaviye zamanının sonlarında Hicretin 58. yılı Ramazan ayının 17. Salı gecesinde (M. Temmuz 678) olup kendi vasiyeti üzere geceleyin Cennetü’l-Bakî’ye defnedilmiştir. Namazını o sırada Medine’de vali vekili olan Hz. Ebu Hüreyre kıldırmıştır. Asıl vali olan Mervan b. Hakem o sırada hacca gittiğinden yerine vekil olarak Ebu Hüreyre’yi bırakmıştı.Kabrine konması ve defnetme işini üstlenenler Hz. Zübeyr’in oğlu ve kendi kız kardeşi oğlu olan Abdullah ve Urve hazretleri ile Kasım b. Muhammed b. Ebî Bekir, Abdullah b. Muhammed b. Ebî Bekir, Abdullah b. Abdurrahman b. Ebî Bekir (Hz. Ebu Bekir’in 3 torunu) olmuşlardır.”HAKKINDAKİ ÂYETLER:“Haberiniz olsun ki (Muhammed'in eşine) bu ağır ifki (iftirayı) uyduranlar sizin içinizden bir gruptur. Bunu kendiniz için bir kötülük saymayın; aksine o, sizin için bir iyiliktir. Onlardan her bir kişiye, günah olarak ne işlemişse (onun karşılığı ceza) vardır. (Elebaşlılık yapan, bu yüzden de) bu günahın büyüğünü yüklenen kimse için de çok büyük bir azap vardır.” (Nur, 24/11)“Erkek ve kadın müminlerin, bu iftirayı işittiklerinde kendi vicdanları ile hüsnü zanda bulunup da, "bu apaçık bir iftiradır" demeleri gerekmez miydi?” (Nur, 24/12) “(Bu iddiayı ortaya atanların) da bu konuda dört şahit getirmeleri gerekmez miydi? Madem ki şahitler getirip ispat edemediler, öyle ise onlar Allah nezdinde yalancıların ta kendisidirler.” (Nur, 24/13) “Eğer dünyada ve ahirette Allah'ın lütuf ve merhameti üstünüzde olmasaydı, size mutlaka büyük bir azab isabet ederdi.” (Nur, 24/14) “Çünkü siz bu iftirayı, gelişi güzel birbirinizin ağzından alıyor ve hakkında bilgi sahibi olmadığınız (bu uydurma haberi) ağızlarınızda geveleyip duruyorsunuz. Bunun önemsiz olduğunu sanıyorsunuz. Hâlbuki bu, Allah katında çok büyük bir suçtur.” (Nur, 24/15) “Onu duyduğunuzda "Bunu konuşup yaymamız bize yakışmaz. Hâşâ! Bu, çok büyük bir iftiradır..." demeli değil miydiniz?” (Nur, 24/16) “Eğer inanmış insanlarsanız, Allah, bir daha buna benzer tutumu tekrarlamaktan sizi sakındırıp uyarıyor.” (Nur, 24/17) “Ve Allah âyetlerini size açıklıyor. Allah, (işin iç yüzünü) çok iyi bilir, tam bir hüküm ve hikmet sahibidir.” (Nur, 24/18) “İnananlar arasında kötü söz ve davranışın yayılmasını arzulayan kimseler için dünyada da, ahirette de acı veren bir azab vardır. (Her şeyi) Allah bilir; siz bilmezsiniz.” (Nur, 24/19) “Ya sizin üstünüze Allah'ın lütuf ve merhameti olmasaydı; Allah çok şefkatli ve merhametli olmasaydı (haliniz nice olurdu)?” (Nur, 24/20) Nitekim bu âyetlerin nüzul sebebinin Hz. Âişe ile ilgili olduğu belirtilmektedir. Bu konuda Hz. Âişe şöyle buyurmaktadır: “Ben vallahi biliyordum ki, Allah Teâlâ muhakkak beni temize çıkarır. Fakat vallahi, hakkımda vahy-i metlüvu (Kur’ân âyet) indireceğini zannetmiyordum. Benim işim nefsime göre, Allah Teâlâ’nın öyle okunup tilavet olunacak bir emir ile tekellüm buyuracağı dereceden çok hakir idi. Ve fakat umuyordum ki, Resûlullah uykuda bir rüya görür de Allah, beni onunla temize çıkarır. Allah bilir ya, Resûlullah yerinden kalkmamıştı, ehl-i beyit’ten kimse de dışarı çıkmamıştı. Allah Teâlâ, Peygamberine vahyi indiriverdi, ona vahyedilirken olagelen hal hemen geliverdi ki, kış gününde bile vahyin ağırlığından dolu danesi gibi ter dökülürdü. Bunun üzerine, bir örtü örtüldü ve başının altına bir yastık konuldu. Vallahi ben telaş etmedim, aldırmadım, çünkü beratimi, suçsuzluğumu biliyordum. Fakat Resûlullah açılıncaya kadar, insanların dediklerine hak verecek bir vahiy gelivermek korkusundan, anamın babamın canları çıkacak zannettim. Ne zaman ki Resûlullah açıldı, gülüyordu, ilk söylediği kelime şu oldu: “Müjde ey Âişe! Rahat ol, vallahi Allah, seni kat’î olarak akladı” dedi.”
Edituar për herë të fundit nga Muhamed Dolaku në Tue 29 Nov 2011 - 21:24, edituar 1 herë gjithsej | |
| | | Muhamed Dolaku Antar-aktiv
Numri i postimeve : 3478 Data e regjistrimit : 16/09/2011 Mosha : 78 Nacionaliteti-Sheti : R e Kosovës, Mitrovicë
| Titulli: Re: Hanım Sahabîler Sat 19 Nov 2011 - 1:20 | |
| (devami)
“Ey peygamber! Hanımlarına şöyle söyle: "Eğer dünya hayatını ve zinetini istiyorsanız, haydi gelin, sizi donatayım ve güzellikle bırakıp salıvereyim.” (Ahzab, 33/28)
“Yok eğer Allah ve Resulünü ve ahiret yurdunu istiyorsanız, haberiniz olsun ki, Allah içinizden güzellik edenlere pek büyük bir ecir hazırlamıştır.” (Ahzab, 33/29) Nitekim Ahzab sûresi 28 ve 29’uncu âyetlerin nüzul sebebinin Hz. Âişe ile ilgili olduğu belirtilmektedir. Bu konuda Elmalılı Hamdi Efendi’nin eserinde şöyle denmektedir: “Rivayet olunuyor ki Resûlullah’dan (aleyhissalatu vesselam) hanımları zinet elbiseleri, süslü elbiseler ve daha çok nafaka, yiyecek bedeli, geçimlik istemişlerdi; bu ayetler bu sebeple nazil oldu. Bunun üzerine Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) Hz. Âişe 'den başlayarak, hepsini serbest bıraktı. Hz. Âişe: "Ben Allah'ı Resûlullah'ı ve ahiret evini isterim" dedi. Kalan hanımlar da öyle söylediler.”
HAKKINDAKİ HADİSLER:
Urve merhum, Hz. Âişe'den (r.anha) şunu nakletmiştir: "Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam) bana dedi ki: "Rüyamda sen bana üç gece gösterildin: Melek seni bana bir ipek parçası içerisinde getirdi ve "Bu senin zevcendir, aç onu!" dedi. Ben de açtım, içindeki sendin. Ben: "Bu rüya Allah katında ise, onu gerçekleştirecektir" dedim." [Buharî, Nikâh 9, 35, Tabir 20, 21; Müslim, Fezailu’s-Sahabe 79; Tirmizî, Menâkıb (3874).]
“Muhtemelen küçük yaştakilerin de bu hânede kendilerine yer bulabilmeleri için Annemiz, yanında bazen oyuncak bulundururdu. Bir gün Allah Resûlü (aleyhissalatu vesselam), onun yanında iki kanatlı bir at görmüş ve sormuştu: “Bu da ne ey Âişe?” Tereddüt etmeden cevap verdi: “At!” Bunun üzerine Habîb-i Kibriyâ Hazretleri yeniden sordu: “Atın hiç kanadı olur mu?” Annemiz’in cevabı hazırdı; zâhir itibarıyla oyun ve eğlence gibi gözüken hallerinde bile, Kur’an kültürü üzerinde ne kadar titiz durduğunu gösteren şu cümleyi söyledi: “Süleyman’ın atlarında da kanatlar vardı ya!” O’nun pratik ve meseleye vukûfiyetini de ifade eden bu cevabı karşısında Allah Resûlü (aleyhissalatu vesselam) sadece tebessümle iktifa edecekti.” [Ebû Dâvud, Edeb 62 (4932); Beyhakî, Sünen 10/219 (20771); Nesâî, es-Sünenü’l-Kübrâ 5/306 (8950)]
Hz. Âişe (r.anha) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) bana: "Ey Âişe! İşte Cebrail! Sana selam ediyor" dedi. Ben de: "Ve aleyhisselamu ve rahmetullahi ve berakatuhu!" dedim. Resûlullah benim görmediğimi görürdü.” Buhari, Fezailu'l-Ashab 30, Bed'ül-Halk 6, Edeb 11, İsti'zan 16, 19; Müslim, Fezailu's-Sahabe 91, (2447); Ebu Davud, Edeb 166, (5232); Tirmizi, Menakıb, (3876); Nesai, İşretu'n-Nisa 3, (7, 69)
Hazreti Âişe (r.anha), bir gün içerisinde kendisine Muaviye (r.a), İbnu Âmir ve başkalarının gönderdiği beş yüz dirhemi dağıtırdı. Hâlbuki üzerindeki elbisesi yamalı idi. Oruçlu olduğu ve iftar edecek bir şeyi bulunmadığı için hizmetçi cariyesi kendisine “Bir dirhem ver de iftar etmen için sana biraz et alayım” dediğinde, ona “Eğer daha önce söylemiş olsaydın sana para ayırıp verirdim” diye cevap vermişti. Zira Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) kendisine şöyle tavsiyede bulunmuştu: “Eğer bana kavuşmak istiyorsan fakirler gibi yaşa ve zenginlerle birlikte bulunmaktan sakın. Sırtındaki elbiseyi de, yamayıp giymeden eskidi diye çıkarıp atma!”
Hazreti Âişe (r.anha) bir öfkeli anında Resûlullah’a (aleyhissalatu vesselam) “Peygamber olduğunu söyleyen sen değil misin?” demişti. Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) ise yüce ahlakı ve sabrı ile bu durumu tebessüm ederek geçiştirmişti. Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) Hazreti Âişe’ye (r.anha) der ki: “Ben senin bana kızgın olduğun ve benden memnun olduğun hali bilirim!” Hazret-i Âişe der ki: “Bunu nasıl biliyorsun?” Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) buyurur ki: “Benden hoşnut olduğun zaman “Hayır, Muhammed’in (aleyhissalatu vesselam) Rabb’ine yemin olsun ki…” dersin. Öfkeli olduğun zamanlarda “Hayır, İbrahim’in (a.s) Rabb’ine yemin olsun ki…” dersin!” Hazret-i Âişe (r.anha) der ki: “Doğru söyledin! Sana kızgın olduğumda ismini söylemeyi terk ederim!”
el-Fesevî; Süleyman Bin Harb -Hammad Bin Hişam Bin Urve- babası isnadıyla rivayet ediyor; Hişam bin Urve Âişe’den (r.anha) bahsederek şöyle dedi; “O hadisi, Kur’an’ı ve şiiri insanların en iyi bileniydi. O ölmeden dört sene önce şöyle dedim; eğer Âişe (r.anha) ölürse ancak ona sormadığım meseleler için pişman olurum.” Fesevi, Tarih (1/263) isnâdı sahihtir.
Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) Hazret-i Âişe (r.anha) arasında koşu yarışı düzenlenmişti, Hazret-i Âişe, Resûlullah’ı (aleyhissalatu vesselam) geçti. Diğer bir yarışta da Resulullah onu geçti ve “Bu, önceki yarışın rövanşıdır” buyurdu.
Resûlullah buyurmuş ki: “Hz. Âişe’nin diğer kadınlara üstünlüğü ve rüçhaniyeti Tirit yemeğinin diğer yemeklere olan üstünlüğü gibidir.” Hadis Hakkında Açıklama: Tirit yemeği et ile ekmekten yapılan yağlıca bir yemek olup besleyiciliği herkesçe kabul edilmekle birlikte lezzetle yenir, kolaylıkla çiğnenir olduğundan Araplar nezdinde son derece makbul bir yemektir. Selim bir fıtrat ile yaratılmış olan Resûl-i Ekrem Efendimiz (aleyhissalatu vesselam) onda, yemekten kastedilen manayı gerçekten bulduğu içindir ki Tirit’i hiçbir yemeğe değişmez ve kendi ifadeleriyle ona “Cennet ortası” anlamına gelen (Buhbûhatu’l-Cenne) derlerdi. Bu yönüyle Resûlullah’ın bu teşbihi Hz. Âişe hakkında büyük bir övgüyü içermektedir. Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) bu sözünde Hz. Âişe’nin güzel ahlâkı ile beraber sözünde tatlılık zekâ ve görüşlerinde bir metanet olduğunu bu sebeple de kendileri ile evlenilerek konuşmalarıyla yalnızlığın giderilebileceği güzel huylu bir kız olduğunu imâ buyurmuşlardır.”
Hz. Âişe diyor ki: “Resûl-i Ekrem (aleyhissalatu vesselam), benim hakkımda Cahş’ın kızı Zeyneb’e sormuş ve Zeyneb: “Ya Resûlallah! Onun hakkında iyilikten başka bir şey bilmiyorum” demişti. Peygamber’in zevceleri içinde mevkii itibariyle kendini benim derecemde gören Zeyneb idi. Fakat Zeyneb’in hemşiresi Hamne, onun hesabına iftiralara devam ederek, helak olanlara karıştı.”
Resûlullah (aleyhissalatu vesselam), Hz. Âişe ile çok şakalaşırdı. Bir defasında Hz. Âişe (r.anha) başındaki bir rahatsızlıktan şikayet edince onunla şöyle şakalaştı: “Ben sağ iken ölsen de namazını kılıp sana dua etsem ne dersin?” Hz. Âişe şu karşılığı verdi: “Beni defnettikten sonra dönüp bir hanımınla benim yatağıma girsen yine seninle olurum…”
Müslümanlar hediyeleri için Âişe’nin (r.anha) nöbet gününü araştırırlardı. Nitekim Sahihayn’de Âişe’den (r.anha) rivayet edilmiştir ki; “Halk, Resûlullah’ın (aleyhissalatu vesselam) Âişe’ye sevgisini bildiklerinden, Resûlullah’a (aleyhissalatu vesselam)vermek istedikleri hediyeleri için Resûlullah’ın (aleyhissalatu vesselam) Âişe’nin evinde olacağı günü beklerlerdi. Âişe’nin evinde olduğu zaman hediyelerini Resûlullah’a (aleyhissalatu vesselam) gönderirlerdi.” Buhârî (2581) Müslim (2441)
Hz. Âişe rivayet ediyor: Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) bana ayırdığı günden başka bir günde gelerek kapımı çaldı, kapıya vuruşunu duydum, fakat birden fazla vursun diye kapıyı açmakta yavaş davrandım. Sonra kapıyı açınca, “kapı çalındığını duymuyor musun?” dedi. Ben de: “duydum fakat sıram dışındaki bir günde de senin bana geldiğini kadınların bilmeleri için tekrar vurmanı istedim” dedim.
Amr bin As’dan (r.a): “Peygamber (aleyhissalatu vesselam) onu Zatus-Selasil ordusu başında göndermiştir. Amr şöyle dedi: Ona gittim ve: “Sana insanların en sevimlisi kimdir?” diye sordum. “Âişe!” cevabını verdi. “Ya erkeklerden?” dedim. “Babası!” buyurdu. “Sonra kim?” dedim. “Ömer bin el-Hattab!” buyurdu.” Buhârî (3662) Müslim (2384)
Buhari, Sahih’inde, Ömer Bin Said Bin Ebi Huseyn–İbn Ebi Muleyke yoluyla rivayet ediyor; “Âişe’nin (r.anha) ölümünden önce İbn Abbas (r.a) onun yanına girmek için izin istedi. O ağır haldeydi. Dedi ki; “Beni övmesinden korkuyorum.” “O Resûlullah’ın (aleyhissalatu vesselam) amcasının oğlu ve Müslümanların seçkinlerindendir.” dediler. “Ona izin verin” dedi. O girince; “Kendini nasıl hissediyorsun?” dedi. “Sakınırsam iyi” cevabını verdi. “Sen iyisin inşaallah. Resûlullah bakire olarak sadece seninle evlendi. Senin beraatin semâdan indi.” Dedi. Onun ardından İbnuz-Zubeyr girdi ve Âişe (r.anha) ona dedi ki; “İbni Abbas beni öyle övdü ki unutulmuş olmayı istedim.”
Sahiheyn'in bir rivayetinde şöyle gelmiştir: "Hz. Âişe 'nin (r.anha) yanında namazı bozan şeylerden söz açılmıştı. Bu meyanda köpek, eşek ve kadının da zikri geçti. Aişe (r.anha):
"Bizi yine eşeklere ve köpeklere benzettiniz. Vallahi, ben Resûlullah 'ı (aleyhissalatu vesselam) kıblesiyle arasında yatakta yatar olduğum halde namaz kılarken gördüm. Benim için ihtiyaç hâsıl olunca oturup onu rahatsız etmek istemezdim, (yatağın) ayak tarafından sıyrılıp çıkardım." Buhârî, Salât 22, 99, 102, 103, 104, 105, 108, Amel fi's-Salât 10, Vitr 3, İsti'zan 37; Müslim, Salât 267, (512)
Urve tu'bnu'z-Zübeyr, Hz. Âişe'den (r.anha) naklen anlatıldığına göre, "Urve'nin kardeşi Abdullah İbnu'z-Zübeyr'e Aişe dedi ki: "Beni arkadaşlarımla birlikte defnedin. Resûlullah'la birlikte odaya defnetmeyin. Zira ben, O'nunla birlikte tezkiye olunmamdan hoşlanmam." Buhârî, Cenaiz 96, İ'tisam 16Hadis Hakkında Açıklama: “Hz. Âişe (r.anha), kardeşi Abdullah’a vasiyet ederek, ölünce, Resûlullah’ın (aleyhissalatu vesselam) yanına değil, Resûlullah’ın diğer hanımlarının yanına Bakî mezarlığına defnedilmesini talep eder. Büyük bir tevazu eseri olark, Resûlullah’ın mazhar olacağı med u senaya kendisinin layık olmayacağını, nefsülemirde sahip olmadığı muhtemel olan bir fazilet ve mertebeye konularak ziyade bir medh u senaya Resûlullah sebebiyle mazhar olmaktan hoşlanmayacağını ifade ediyor. Bu ifade, Hz. Ömer’in, kendisi için orada mezar izni istediği zaman sarfettiği “Orayı ben kendim için istiyordum” sözüne ters düşmektedir. İbnu Hacer, bu farklılığı, “Hz. Âişe bilahere içtihadını değiştirmiş olabilir” diye açıklar.”
HAKKINDA SÖYLENENLER:
Allah Rasûlü, Hz. Ömer'e, Âişe Vâlidemiz hakkındaki düşüncesini sorar. Hz. Ömer: “Yâ Rasûlallah Âişe kat'iyen pâk ve temizdir” der. Efendimiz; Âişe Vâlidemiz'in pâk ve temiz olduğuna nasıl hükmettiğini sorunca da, Hz. Ömer şöyle buyurur: “Bir gün bize namaz kıldırıyordunuz. Tam namaz esnasında, ayağınızdaki nalınları çıkarıverdiniz. Namazdan sonra keyfiyet sorulunca, ayakkabınıza bir pislik bulaşmış olduğunu ve Cebrâil'in gelip bunu haber verdiğini; bunun üzerine de ayakkabınızı çıkardığınızı ifade etmiştiniz.. şimdi eğer, pâkize zevcenize böyle bir şey bulaşmış olsaydı Allah onu hiç haber vermez miydi..?”
“Biz ashab olarak hangi hadis-i nebevîde müşkille karşılaşmış isek O’nun nezdinde o konuda tam ve mükemmel bilgi bulup müşkülümüzü halletmişizdir.” Hz. Ebu Musa el-Eş’arî (r.a)
“Ben, gerek Kur’an-ı Kerim’in hükümleri konusunda, gerek fıkıh ve feraizde, tıptan ve Arapların meşhur günleri ve şiirleri konusunda ve gerekse ensâb ilminde Hz. Âişe’den daha bilgili bir kimse görmedim.” Hz. Urve b. Zübeyr (r.a)
“Âişe’den (r.anha) daha fasih birini görmedim.” Hz. Musa bin Talha (r.a)
“Ben Hz. Ebu Bekir’in, Ömer’in, Osman ve Ali ile sair halifelerin hutbelerini dinlemişimdir. Hiç birinin ağzından Hz. Âişe’nin kelâmı kadar fasîh olanını duymamışımdır.” Hz. Ahnef b. Kays (r.a)
“Şayet Âişe’nin anlatılan faziletleri olmasaydı bile ona şeref ve fazilet olarak ifk hadisesi yeterdi. Onun hakkında kıyamete kadar okunacak bir Kur’an ayeti inzal olundu.” Hz. Urve b. Üzeyne (r.a)
Muaviye, bir gün adamlarından birine: “En büyük âlim kimdir?” diye sorar. “Sizsiniz” cevabını alınca ona: “Doğrusunu söyle?” der. O da: “Öyle ise, Âişe’dir.” Cevabını verir.
“Ben hiçbir hatip görmedim ki Hz. Âişe’den daha beliğ, fasih ve zeki olsun.” Hz. Muaviye (r.a)
“O, güzel ve beyaz bir kadındı. Bunun için ona “Hümeyra” denir. Hz. Peygamber, ondan başka bir bakire ile evlenmedi. Ondan daha çok bir kadını sevmedi. Kadınlar içinde ondan daha bilgili bir kadın görmedim. O, Hz. Peygamber’in hem dünya, hem de ahiretteki zevcesidir. Bundan daha büyük bir iftihar vesilesi olur mu?” Zehebî
“Hz. Âişe Validemiz (r.anha), on-on beş yaşında (Bu Mevlâna Şibli’nin tespiti) Efendimiz’in (aleyhissalatu vesselam) saadet hücresine girmiş, henüz rüşde ermeden, erkek olarak sadece O’nu tanımış; vahyin sağanak sağanak yağdığı bir hanede büyümüş; vahyin suyu ve havasıyla yoğrulmuş bir iffet âbidesidir ve iffet onun mübarek yanağında bir gül gibidir.” M. Fethullah Gülen
“Gözünü Hane-i Saadet’te açtı. Efendimiz (aleyhissalatu vesselam), Medine’ye hicret buyurur buyurmaz, bu haneye girdi ve on yılını Efendimiz’le geçirdi. Allah Resûlü (aleyhissalatu vesselam), çok gecelerinde onun yanında kaldığından, bu derin zekâ, firaset ve fetanet sahibi kadın, aile hayatına ait hemen bütün hususiyetleri Resûlullah’tan öğrendi ve bunları kadınlık âlemine taşımakta hiç kusur etmedi. Kadınlık âlemi, bütün Ezvâc-ı Tahirat’a çok şey borçludur; hususiyle de: “Dininizin yarısını şu Hümeyra’dan alın” senet-zede hadisiyle anlatılan Hz. Âişe Validemiz’e borçludur.” M. Fethullah Gülen
“O, bir ilim âbidesiydi. Bilhassa kadınlarla ilgili dinî meseleler, büyük ekseriyetle hep onun tarafından rivayet edilmiştir. Onun kapısı her zaman ilim âşıklarına açık olmuştur. Bununla beraber Hz. Âişe, gerek Efendimiz (aleyhissalatu vesselam) devrinde gerekse daha sonra hep duru ve sade bir hayat yaşamış ve kendisini İslamî prensiplere göre şekillendirmiştir.” M. Fethullah Gülen
SÖZLERİNDEN SEÇTİKLERİMİZ:
Resûlullah’a vahyi benim evimde indirmek suretiyle Allah beni diğer kadınlardan üstün tuttu.
Bende, Allah’ın Meryem Binti İmran’a verdiğinin dışında, hiçbir kimsede olmayan yedi haslet vardır. Yalnız bunu, kumalarıma karşı övünmek için söylemiyorum. Bu hasletler: Melek benim resmimi indirdi. Yedi yaşımdayken Resûlullah benimle evlendi. Yine beni kız olarak aldı. Başka hanımlarını kız olarak almamıştır. Ben onunla aynı yorganın altındayken Resûlullah’a vahiy geldi. Ben onun en sevdiği hanımıydım. Benim hakkımda Kur’an’dan ayetler indi. Ümmet bu ayetler yüzünden nerdeyse mahvolacaktı.
Allah’ın bana ihsan ettiği nimetlerinden birisi Resûlullah’ın benim odamda, benim nöbetimde, başı benim göğsümün üstü ile gerdanımın arasında iken vefat etmesidir.
Eğer Resûlullah’ın (aleyhissalatu vesselam) yüz güzelliğini Mısır’da duymuş olaydılar Yusuf’u satın almak için hiç para harcamazlardı. Züleyha’yı önce Hz. Yusuf’a olan sevgisinden dolayı ayıplayıp zemmeden sonra da Yusuf’un güzelliğini görünce hayretten ellerini kesen kadınlar da Resûlullah’ın (aleyhissalatu vesselam) mübarek yüzünü görseydiler ellerini değil de kalblerini paralarlardı.
Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) benimle koşu yarışı yaptı. Yarışı ben kazandım.
Ben Resûlullah’ın (aleyhissalatu vesselam) yanında iken bebeklerimle oynardım. Aleyhissalatu vesselam’da benim kız arkadaşlarımı bana gönderdi. Arkadaşlarımla beraber oynardık.
Resûlullah’ın (aleyhissalatu vesselam) hanımlarından hiç birini, O’nun Hatice’yi andığı zaman kıskandığım kadar kıskanmadım.
Ekmeğimiz arpa idi. Değirmende ben un haline getirirdim. Yemeğimiz hurma ve suydu. Bazen sütümüz bulunurdu. Yemek pişirmek için ateş yanmadan iki ay geçtiği olurdu. Resûlullah’ın karnı hiçbir zaman tam doymadı. Fakirlik onun için zenginlikten daha hoştu.
Güvercin gibi, dâcin denilen bir kuş hanemizde vardı. Resûl-i Ekrem (aleyhissalatu vesselam) hazır olsaydı, hiç debelenmezdi, sükûtla dururdu. Ne vakit Resûl-i Ekrem (aleyhissalatu vesselam) çıksaydı, o kuş başlardı harekete; giderdi, gelirdi, hiç durmuyordu.
KAYNAKLAR
1- Elmalılı M. Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili, Feza Gazetecilik, İstanbul, 1992, V.
2- Elmalılı M. Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili, Feza Gazetecilik, İstanbul, 1992, VI.
3- İbnu Deybe, Teysiru'l-Vüsûl ilâ Câmii'l-Usûl, trc. İbrahim Canan, Akçağ Yayınevi, İstanbul, 1993, II.
4- İbnu Deybe, Teysiru'l-Vüsûl ilâ Câmii'l-Usûl, trc. İbrahim Canan, Akçağ Yayınevi, İstanbul, 1993, VIII
5- İbnu Deybe, Teysiru'l-Vüsûl ilâ Câmii'l-Usûl, trc. İbrahim Canan, Akçağ Yayınevi, İstanbul, 1993, XII.
6- İbnu Deybe, Teysiru'l-Vüsûl ilâ Câmii'l-Usûl, trc. İbrahim Canan, Akçağ Yayınevi, İstanbul, 1993, XV.
7- İbnu Deybe, Teysiru'l-Vüsûl ilâ Câmii'l-Usûl, trc. İbrahim Canan, Akçağ Yayınevi, İstanbul, 1993, XVII.
8- İmâm Nevevî, Riyâzu’s-Sâlihîn, trc. M. Yaşar Kandemir – İ. Lütfi Çakan – Raşit Küçük, Erkam Yayınları, İstanbul, 1997, II.
9- Mevlânâ Şiblî, Asr-ı Saadet, trc. Ömer Rıza Doğrul, Eser Neşriyat, İstanbul, 1977, II.
10- Mevlânâ Şiblî, Asr-ı Saadet, trc. Ömer Rıza Doğrul, Eser Neşriyat, İstanbul, 1978, III.
11- Ömer Rıza Doğrul, Asr-ı Saadet, Eser Neşriyat, İstanbul, 1978, V.
12- İmam Gazâlî, Mükâşefetü’l-Kulûb, trc. Ali Kaya, Semerkand, İstanbul, 2008.
13- Ahmed Nedvî-Said Sahib Ensarî, Asr-ı Saadet, trc. Ali Genceli, Şâmil Yayınevi, İstanbul, 1985, I.
14- Bediüzzaman Said Nursî, Mektubat, Zehra Yayıncılık, İstanbul,2007.
15- Ahmet Cevdet Paşa, Kısas-ı Enbiyâ ve Tevârih-i Hulefâ, Bedir Yayınevi, İstanbul, (tarihsiz), I.
16- Ali Himmet Berki-Osman Keskioğlu, Hatemü’l-Enbiya Hazreti Muhammed ve Hayatı, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları, Ankara, 2005.
17- İbnu Hacer el-Askalânî, el-İsabe Seçkin Sahabeler, trc. Seyfullah Erdoğmuş, Sağlam Yayınevi, İstanbul, 2008.
18- H. Mehmed Zihni Efendi, Meşâhîru’n-Nisâ, sdl. Bedreddin Çetiner, Şâmil Yayınevi, İstanbul, 1982, II.
19- Abdulaziz eş-Şennavî, Sahabe Hayatından Tablolar (Hanım Sahabeler), trc. Tâceddin Uzun, Uysal Kitabevi, Ankara, 1991.
20- Doğuştan Günümüze Büyük İslam Tarihi, Çağ Yayınları, İstanbul, 1992, I.
21- Ziya Kazıcı, Hazret-i Muhammed’in Aile Hayatı ve Eşleri, Çamlıca Yayınları, İstanbul, 2003.
22- Salih Okur, Rasulullah (s.a.v) Hakkında Bunları Biliyor muydunuz?, Kayıhan Yayınları, İstanbul, 2009.
23- M. Fethullah Gülen, İnsanlığın İftihar Tablosu Sonsuz Nur, Feza Yayıncılık-İstanbul-1994, II.
24- M. Fethullah Gülen, Ruhumuzun Heykelini Dikerken, Feza Gazetecilik, İstanbul, 1998.
25- M. Fethullah Gülen, Ölümsüzlük İksiri, Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı Yayınları, İstanbul, 2007.
26- M. Fethullah Gülen, Vuslat Muştusu, Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı Yayınları, İstanbul, 2008.
27- M. Fethullah Gülen, Yol Mülahazaları, Nil Yayınları, İstanbul, 2008.
28- M. Fethullah Gülen, Enginliğiyle Bizim Dünyamız, Nil Yayınları, İstanbul, 2009.
29- Reşit Haylamaz, Mü’minlerin En Mümtaz Annesi Hz. Aişe, Işık Yayınları, İstanbul, 2009.
30- Hümeyra Hub, Mehtap Tv, http://www.serdengecti.org/sizinti/file.php?f=498
Edituar për herë të fundit nga Muhamed Dolaku në Tue 29 Nov 2011 - 21:26, edituar 1 herë gjithsej | |
| | | Muhamed Dolaku Antar-aktiv
Numri i postimeve : 3478 Data e regjistrimit : 16/09/2011 Mosha : 78 Nacionaliteti-Sheti : R e Kosovës, Mitrovicë
| Titulli: Re: Hanım Sahabîler Sat 19 Nov 2011 - 1:23 | |
| HZ. ÂTİKE BİNTİ ABDULMUTTALİB (R.ANHA)Peygamberi Zîşan’ın (aleyhissalatu vesselam) halasıdır.BABASI:Resûlullah’ın (aleyhissalatu vesselam) dedesi Abdulmuttalib b. Hâşim.ANNESİ:Fâtıma Binti Amr.NESEBİ:Âtike binti Abdülmuttalib, bin Hâşim, bin Abdimenaf, bin Kusayy, bin Kilâb, bin Murre, bin Kâ’b, bin Lüeyy, bin Gâlib, bin Fehr, bin Malik, bin Nadr, bin Kinâne, bin Huzeyme, bin Müdrike, bin İlyâs, bin Mudar, bin Nizâr, bin Ma’d, bin Adnan, bin Aded, bin el-Mukavvim, bin Sârih, bin Yeşcüb, bin Ya’rub, bin Sâbit, bin İsmail, bin İbrahim.BAZI ÖZELLİKLERİ: Hz. Âtike hitabeti ve edebî yönü çok kuvvetli idi. Babası Abdulmuttalib ve Peygamber Efendimizin vefatının ardından yürekleri dağlayan şiirler söylemiştir. Kureyş'te sözü dinlenir, belağatı kuvvetli, önemli bir hanımefendi idi. Gördüğü rüya tüm Kureyşliler tarafından o kadar önemsenmişti ki, Ebû Cehil korkusundan Bedir muharebesine katılmamıştı.HAYATI:Hz. Peygamber’in (aleyhissalatu vesselam) halaları olan Abdulmuttalib’in kızları 6 kız kardeş idiler. Hepside şair ve seciyeli hanımefendiler idi. Babaları Abdulmuttalib ölüm döşeğinde iken üzüntülerinden söylemiş oldukları mersiyeler orada kayıt altına alınıp yazılmıştı. Böylece bu şiirler günümüze kadar ulaşmıştır.Müslüman olup olmadığı konusu ihtilaflıdır. Fakat hayatı hakkında edindiğimiz bilgiler onun Müslüman olduğunu doğrular niteliktedir. Hz. Âtike bir rüya görür ve bu rüyadan sonra Müslüman olduğu söylenmektedir. Müslüman olduktan sonra o da Medine'ye hicret etmiştir.Hz. Âtike’nin RüyasıEfendimiz’in (aleyhissalatu vesselam) Medine’ye hicretinden sonra Âtike bir rüya görür. Gördüğü bu rüyadan o kadar etkilenir ki tesirinden kurtulamaz ve rüyasını kardeşi Abbas’a anlatır: “Ey kardeşim! Bu gece öyle bir rüya gördüm ki, kavminin başına büyük bir musibet geleceğinden korkuyorum” der. Hz. Abbas: “Ne ola ki, nedir o?” diye sorar. Âtike: ”Bana kimseye anlatmayacağına dair söz verinceye kadar sana onu anlatamam; zira bu, insanlar arasında duyulursa o zaman bize eziyet eder ve hoşumuza gitmeyecek şeyler konuşmaya başlarlar” diye kardeşini uyarır. Âtike Binti Abdulmuttalib rüyasında; devesinin üzerinde Mekke’ye gelen ve Ebtah’ta durup da insanları yüksek sesle savaşa çağıran bir adam görmüştü. Adam: “Haydi savaş için hazırlanıp hemen yola çıkın! Çıkın ki, başınıza gelecek gadri ve devrileceğiniz yeri kendiniz görün” diyordu. Bir anda, etrafında büyük bir kalabalık toplanıvermişti. Ardından aynı adam, Kâbe’ye geldi; insanlar da onu takip ediyorlardı. Ne gariplik ki, adamın devesi Kâbe kadar büyümüştü ve adam da, gür sesiyle yine devesinin üzerinde aynı cümlesini tekrar ediyordu. Bir müddet sonra, Ebû Kubeys dağı kadar oluverdi; adam yine devenin üstündeydi ve aynı cümleyi tekrarlıyordu: “Haydi savaş için hazırlanıp hemen yola çıkın! Çıkın ki, başınıza gelecek gadri ve devrileceğiniz yeri kendiniz görün!” sonra yerden büyükçe bir kayayı söküp aldı ve onu, Ebû Kubeys dağından aşağı doğru fırlattı. Kaya, bir anda paramparça oluvermişti. Sonra da, bu kayadan ayrılan her bir parça, Mekke evlerinden mutlaka birine isabet etmiş ve içine girmişti. Âtike Binti Abdulmuttalib kardeşi Abbas’ı bu rüyayı kimseye anlatmaması hususunda uyarmıştı fakat Hz. Abbas bu rüyayı yakın arkadaşı Velîd İbn Utbe’ye anlatmıştır. Utbe’de babasına anlatmış ve böylece Âtike’nin rüyası kısa zamanda Kureyş’lilerin diline dolanmıştı.Bir gün sonra Utbe ibni Rabia ve biraderi Şeybe ve Ebû Cehil, Ümeyye ibni Halef, Zem’a ibni’l-Esed, Ebu’l-Buhterî ve sair Kureyş büyükleri Kâbe’de toplanıp Âtike’nin gördüğü rüyayı konuşuyorlardı.Onlar Kâbe’de otururken Hz. Abbas yanlarına geldi. Ebû Cehil Abbas’a hitaben: “Ey Muttaliboğulları! Erkeklerinizin peygamberlik iddiasında bulunduğu yetmiyormuş gibi şimdi bir de kadınlarınız mı peygamberliğe başladı! Tutmuş Âtike üç gün içinde başımıza büyük bir bela geleceğini söyleyip duruyor! Şâyet gerçekten söylediği doğru ise, üç gün geçtikten sonra bunu göreceğiz. Ancak, söyledikleri gerçekleşmezse işte o zaman biz, Araplar arasındaki en yalancı aile diye üzerinize öyle bir hüküm veririz ki, ömür boyu bu hükümden kurtulamazsınız!”Üçüncü gün de aynı şekilde Kâbe’de karşı karşıya geldiler. Hz. Abbas tam Ebû Cehil’e cevap vereceği sırada, devesinin üzerinde Batn-ı Vâdi tarafından bağırarak biri geliyordu. Bu gelen Damdam İbn Amr idi. Damdam dikkat çekebilmek için, Ebû Süfyan’ın kendisine öğrettiği gibi devesinin kulak ve burnunu kesmiş, üzerindeki palan ve eğeri parçalamış ve kendi gömleğini de parçalamıştı. “Ey Kureyş topluluğu! Felaket var, felaket! Ebû Süfyan’la birlikte Şam’a gönderdiğiniz mallarınıza Muhammed ve ashabı el koydu! Ona yetişebileceğinizi sanmıyorum. İmdat! İmdat!” diye tıpkı Âtike’nin rüyasında gördüğü adam gibi bağırıyordu.Âtike’nin rüyası çıkmıştı… Bedir muharebesi bu olayın ardından meydana gelmiştir. Âtike Binti Abdulmuttalib’in rüyasından bahsedip endişelerini dile getiren Ümeyye İbn Halef, Utbe ve Şeybe kardeşler, Zem’a İbn Esved, Umeyr İbn Vehb ve Hakîm İbn Hizâm gibi kimseler, Hubel putunun yanına gelecek ve burada ok çekeceklerdi. İşin garip tarafı, ilk çektikleri ok, savaşa katılmalarına “hayır” diyordu. Onlar da, sonuçları açısından bu işin uğursuz olacağı kanaatinde birleştiler ve Ebû Cehil’le birlikte savaşa gitmeme kararı aldılar. Ancak, çok geçmeden bu kararlarından vazgeçmek zorunda kaldılar; zira meseleyi duyan Ebû Cehil olaya el koymuş ve onları korkaklıkla itham ederek tahrik etmiş ve yeniden savaşa çıkma kararı aldırmıştı.Damdam’ın kervandan haber getirmesinden sonra Kureyş’liler savaş için hazırlandılar. Ebû Cehil ve diğer Kureyş’in büyükleri olan müşrikler çok korkmalarına rağmen yinede savaşı kazanacaklarını zannediyorlardı, zannediyorlardı çünkü bu sadece bir zan olarak kalacaktı... Cenab-ı Hak, Peygamberi Hz. Muhammed (aleyhissalatu vesselam) ve Ashâbını Bedir savaşından zaferle çıkaracaktı.Evliliği ve ÇocuklarıHz. Âtike (r.anha), Ebû Ümeyye ibnul Muğire ile evlenmiştir. Ebû Ümeyye, mü’minlerin annesi Ümmü Seleme'nin babasıdır.Bu durumda Ümmü Seleme Validemiz Hz. Âtike'nin üvey kızı oluyor. Hz. Âtike’nin Ebû Ümeyye ile yaptığı bu evlilikten Abdullah, Züheyr ve Karî Betül Kübra adında çocukları olmuştur.Hz. Âtike’nin doğumu ve ölümü hakkında elimizde bir bilgi yoktur.SÖZLERİNDEN SEÇTİKLERİMİZ: Babası Abdulmuttalib’in vefatında okuduğu şiir: Matem gözyaşları döküp ağlayın, Göğsünüzü döğüp çağlayın O zat için bunları yapın ki o övülecek sıfatlara sahiptir. Düşkün değil, belki kuvvet ve kifayetinin kemalinden dolayı cihanın zorluk ve musibetlerine karşı tek başına kalabalık bir ordu mesabesindedir. Çalışması güzel, tesir ve haysiyetini himayeye himmet ve gayreti boldur. Resûl-i Zîşan’ın vefatında duyduğu teessürle dile getirdiği şiirler: Ey göz! Gözyaşı değil kan ağla Ve ölünceye kadar doldur bir kovayı kanlarla Ey göz! Gökten yağmur boşanırcasına kanla çağla, kan ağla Allah'ın mahlûkatından başkası için değil Sadece Mustafa için ağla Ve sadece onun için nurla çalış Kolayca sele dönüşen yağmurlar gibi yağ Çünkü ben adalet ve hayır peygamberini kaybettim! O’ndan mahrum düştüm Ölümünden çekindiğim o kimseye karşı çok şefkat besliyordum Ne var ki kader O'nun hakkında da ölümü takdir etti Yalanın, aldatmanın, ayıbın çok olduğu bu dünyada Mahlûkatın güneşi, fâhir sahibi bir zat'ı kaybetmekten dolayı ağla ey gözüm! Yolun açık olsun ey varlığın güneşi! Allah'a hamd eden biri olarak gidesin Allah-u Teâlâ sur'a üfürüldüğü günde, Kıyamet gününde sana iyilik ve güzellik versin.KAYNAKLAR1- H. Mehmed Zihni Efendi, Meşâhîru’n-Nisâ, sdl. Bedreddin Çetiner, Şâmil Yayınevi, İstanbul, 1982, II.2- Ahmet Cevdet Paşa, Kısas-ı Enbiyâ ve Tevârih-i Hulefâ, Bedir Yayınevi, İstanbul, (tarihsiz), I.3- Hümeyra Hub, Hanım Sahabiler, Mehtap TV, http://www.serdengecti.org/sizinti/file.php?f=24074- Reşit Haylamaz, Gönül Tahtımızın Eşsiz Sultanı Efendimiz, Işık Yayınları-İzmir-2007, II.5- Mevlânâ Şiblî, Asr-ı Saadet, trc. Ömer Rıza Doğrul, Eser Neşriyat, İstanbul, 1977, I.6- Havva Ergene Işık, Hanım Sahabîler, Gül Yurdu Yayınları, İstanbul, 2008. | |
| | | Muhamed Dolaku Antar-aktiv
Numri i postimeve : 3478 Data e regjistrimit : 16/09/2011 Mosha : 78 Nacionaliteti-Sheti : R e Kosovës, Mitrovicë
| Titulli: Re: Hanım Sahabîler Sat 19 Nov 2011 - 1:24 | |
| HZ. ÂTİKE BİNTİ HÂLİD (R.ANHA)Hilye-i Nebeviyye’yi (Peygamberin vasıfları, şemaili) beyan etmiştir.BABASI:Hâlid İbni Hâlid.NESEBİ:Âtike Binti Hâlid İbni Hâlid İbni Halîf İbni Mukkad İbni Rabiy’a İbni Harm İbni Hübeys İbni Harâm İbni Hübâse İbni Sellûl İbni Ka’ab İbni Amr.KÜNYE VE LAKABLARI:Ma’bed adındaki çocuğuna izafeten künyesi Ümmü Ma’bed olmuştur.ŞEMAİLİ VE AHLÂKI:İri yapılı ve olgun bir kadın olan Ümmü Ma’bed’in, Peygamberimizin şemailini aktarmasından da onun mudakkik biri olduğunu anlıyoruz. Ayrıca maddi serveti olmamasına rağmen çok cömert olan Ümmü Ma’bed (r.anha), yoldan geçen insanları çadırında misafir edip yemek yediren bir hanımefendidir. BAZI ÖZELLİKLERİ: İlk Müslümanlardandır. Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) Efendimiz hicret için yola çıktığında Kadîd bölgesinde konakladığı zaman Ümmü Ma’bed, Aleyhissalatu vesselam’ı evinde misafir etmiş, Efendimiz’e ikramlarda bulunma şerefine ermişti.HAYATI:Ümmü Ma’bed (r.anha), Benî Huzâî kabilesindendir. Babası ashabtan olup Hâlid Huzâî diye tanınmıştır. Ümmü Ma’bed kendi kabilesinden olan Ebû Ma’bed el-Huzâî ile evlenmiştir. Ümmü Ma’bed’in adı Resûlullah’ın (aleyhissalatu vesselam) hicret vakasında geçer. Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam), Hz. Ebû Bekir ve azatlı kölesi Âmir b. Füheyr ve Abdullah b. Üraykıl el-Leysî rehberliğinde Medine’ye hicret için yola çıktıklarında Kadîd (veya Kudeyd) adındaki yerde Ümmü Ma’bed ile karşılaşırlar. Bu hâdise siyerlerde şu şekilde geçer: “İmam Buhârî kendi tarih kitabında bizzat Ümm-ü Mâ'bed'e dayanarak şu rivâyeti nakletmiştir: Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam) ve yanındakiler Kudeyd'den geçerken yolda Ümmü Ma'bed (Âtike binti Hâlid)'in çadırına vardılar. Ümmü Ma'bed, Benî Huzaa'nın Benî Ka'b koluna bağlıydı. Bu olgun yaştaki kadın çok namuslu ve etkileyici bir şahsiyete sahipti. Genellikle yoldan geçerken kendisine uğrayanları ağırlardı. Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) ve arkadaşları oraya gelince kendisinin çadırın önünde oturduğunu gördüler. Bölgede açlık ve kıtlık vardı. Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) ve arkadaşları o kadından süt, et, hurma veya benzeri herhangi bir yiyeceği para ile almak istediler. Kadın dedi ki: "vallahi, bizde herhangi bir şey olsaydı, sizi ağırlamaktan çekinmeyecektik." Bu arada Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) çadırın bir köşesinde oturmakta olan bir keçiyi gördü. Resûlullah (aleyhissalatu vesselam): "Ma'bed'in annesi, bu keçiye ne diyorsun?" diye sordu. Ümmü Ma'bed: "vallahi, bu zavallı keçi zayıf ve çelimsiz olduğu için başka keçilerle beraber otlamaya gidemedi." Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam) sordu: "acaba bu süt verebilir mi?" Ümmü Ma'bed: "vallahi, bu keçi süt vermeyecek kadar zayıf ve halsizdir" dedi. Resûlullah (aleyhissalatu vesselam): "benim bunun sütünü sağmama izin verir misin?" diye sordu. Kadın dedi ki: "Annem-babam size feda olsun. Eğer onda birazcık süt bile varsa memnuniyetle sağabilirsiniz." Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) keçiyi yanına çağırttı, arka ayaklarını bağladı, memelerine (bir rivayete göre sırtına) mübarek elini sürdü. Kadının keçisine bolca süt ihsan etmesi için Allah'a dua etti ve Allah’ın adıyla süt sağmaya başladı. Allah'ın lütfuna bakın ki, keçi ayaklarını açtı, saman yemeğe başladı ve bir yandan da memelerinden pınar gibi süt fışkırmaya başladı. Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) bir kova getirtti. Bu kova bir kaç kişiyi doyurmak için süt alacak kadar büyüklükte idi. Resûlullah (aleyhissalatu vesselam), süt sağmaya devam etti, tâ ki kova doldu ve üstünde köpükler belirdi. Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) bu sütten önce Ümmü Mâ'bed'e içirdi ve o doydu. Bundan sonra Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) sütü arkadaşlarına verdi ve onlar da doydu. En son Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) içti ve şöyle dedi: "Halka içiren, en son içer." Bundan sonra Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) kovayı tekrar sütle doldurdu ve Mâ'bed'in annesine şöyle dedi: "Bu sütü, Ma'bed'in babası gelince ona verirsin." Ve oradan ayrıldı. Ümm-ü Mâ 'bed, Resûlullah aleyhissalatu vesselam'ın Yüz Hatlarını (Eşkâlini) Tarif EdiyorBiraz sonra Ümmü Mâ'bed'in kocası sıska ve çelimsiz keçileriyle birlikte çadıra döndü. Çadırda sütle dolu bir kova görünce şaşırdı kaldı ve karısına sordu: "Mâ'bed'in annesi bu süt nerden geldi?" Ümmü Ma'bed dedi ki: "Vallahi olayı dinlersen hayret edersin. Bir mübârek zat buradan geçti, bu Mu'cizeyi o yaptı." Bundan sonra bütün olayı anlattı. Kocası, bu zâtın eşkâlinin ne olduğunu sordu. Kadın dedi ki: "Bu muhterem zât erkek güzelliğinin en iyi örneğiydi. Yüzü parlaktı, karakteri temizdi. Vücudu ne şişmandı ne de zayıf. Çok güzel yüzlü ve çekiciydi. Gözlerinde siyah derinlikler vardı. Kirpikleri uzundu. Sesi yüksekti ama sert değildi. Gözbebekleri simsiyah ve etrafı bembeyazdı. Sürmeli gözlüydü. Kaşları ne birbirinden çok uzak ne de birbirine çok yakındılar. Aralarında hafif kıllar vardı. Kaşlarının ucu ince ve zarifti. Saçları gür ve siyahtı. Boynu uzun ve sakalı gürdü. Sessizken vakar ve metanetin bir simgesiydi. Konuşurken de etrafa hâkim olurdu. Ağzından bal akıyor, inci gibi tane tane konuşuyordu. Sözleri tatlı ve açıktı. Ne konuşkandı ne de sakin. Uzaktan dinlendiğinde sesi herkese hâkim ve kulağa hoş gelirdi. Yakından dinlendiğinde çok şirin ve yumuşaktı. Orta boyluydu. Aşırı uzun boylu görülmeyecek kadar boyluydu. Boyu kısa da değildi ki, yanında insanın dikkati başkasına çekilsin. Arkadaşlarının en yakışıklı ve hoş sohbetlisiydi; aynı zamanda herkesten daha muhterem ve hürmete lâyıktı. Arkadaşları etrafında pervane gibiydiler. Sözlerine kulak kabartıyor ve söylediklerini derhal yerine getiriyorlardı. O mahzumdu, maluftu, asık suratlı değildi ve sözleri kaba veya sert değildi."Bu tarifi dinledikten sonra Ebu Ma'bed şöyle dedi: "Vallahi senin tarif ettiğin zât Kureyşlilerin bahsettikleri kişiydi. Ben onu görseydim, ona her türlü yardımı yapmayı teklif ederdim. Ve bundan sonra da kendisini görürsem aynı şeyi yaparım." (Beyhakî ve İbn Sa'd, Abdulmelik bin Vehb-il Mezhici'nin şu sözlerini nakletmişlerdir: "Ebû Ma'bed'in müslüman olduğunu ve hicret edip Resûlullah'ın (aleyhissalatu vesselam) huzuruna çıktığını duydum." Hâfız Ebû Nu'aym'ın Abdulmelik'e dayanarak naklettiği rivayette şu ek bilgiler de vardır: Ümmü Ma'bed müslüman oldu ve hicret edip Resûlullah'ın (aleyhissalatu vesselam) yanına gitti.)Resûl-i Ekrem’den (aleyhissalatu vesselam) 2 hadis rivayet etmiştir.Ümmü Ma’bed’in hayatı hakkında başka bir malumata ulaşamadık. Vefatının da ne zaman olduğu belli değildir.KAYNAKLAR1- Mevlanâ Niyaz, Kadın Sahabiler, trc. Ali Genceli, Toker Yayınları, İstanbul, 1971.2- H. Mehmed Zihni Efendi, Meşâhîru’n-Nisâ, sdl. Bedreddin Çetiner, Şâmil Yayınevi, İstanbul, 1982, I.3- Mevdûdi, Tarih Boyunca Tevhid Mücadelesi ve Hz. Peygamberin Hayatı, trc. Ahmet Asrar, Pınar Yayınları, İstanbul, 2004.4- Ahmet Cevdet Paşa, Kısas-ı Enbiyâ ve Tevârih-i Hulefâ, Bedir Yayınevi, İstanbul, (tarihsiz), I.5- Reşit Haylamaz, Gönül Tahtımızın Eşsiz Sultanı Efendimiz, Işık Yayınları-İzmir-2007, I.6- İbn Hazm, Cevâmiu's-Sîre, trc. M. Salih Arı, Çıra Yayınları, İstanbul, 2004. | |
| | | Muhamed Dolaku Antar-aktiv
Numri i postimeve : 3478 Data e regjistrimit : 16/09/2011 Mosha : 78 Nacionaliteti-Sheti : R e Kosovës, Mitrovicë
| Titulli: Re: Hanım Sahabîler Tue 29 Nov 2011 - 21:35 | |
| HZ. ÂTİKE BİNTİ ZEYD (R.ANHA)“Her kim şehitlik mertebesini kazanmak isterse Âtike ile evlensin.” Hz. Abdullah bin Ömer (r.a)BABASI:Zeyd bin Amr.ANNESİ:Ümmü Küreyz el-Hadramiyye.NESEBİ:Âtike Binti Zeyd bin Amr bin Nüfeyl bin Abduluzza bin Riyah bin Abdullah bin Karz bin Zirah bin Adiyy bin Kaab bin Lüey el-Kureşî el-Advî.ŞEMAİLİ VE AHLÂKI:Akıllı, bilgili ve iffetli, aynı zamanda güzelliği dillere destan olduğu gibi, edebî yönü de kuvvetli bir hanımefendi idi.HAYATI:Hz. Âtike (r.anha), Aşere-i Mübeşşere’den Hz. Saîd bin Zeyd’in kız kardeşidir. O da ağabeyi gibi ilk Müslümanlardandır. Müslüman olup Peygamberimiz’e (s.a.s) biat ettikten sonra Medine’ye hicret etmiştir. İlk evliliğini Hz. Ebû Bekir’in oğlu Abdullah ile yapmıştır. Hz. Âtike ile Hz. Abdullah büyük bir aşk ile birbirlerine bağlı idiler. Özellikle Abdullah bin Ebî Bekir, Âtike’ye o derece tutulmuştu ki işlerini ve ibadetini bile aksatır olmuştu. Bunu gören Hz. Ebû Bekir radıyallahu anh oğluna: “Bunu sen terk et ve boşa. Bu kadın senin hem dinine, hem dünyana engel oluyor” diyerek boşanmalarını istemişti. Fakat Abdullah bin Ebî Bekir bu zarurî ayrılığa dayanamayıp çok gözyaşı dökünce Hz. Ebû Bekir Âtike ile tekrar evlenmelerine müsaade etmişti.Abdullah bin Ebî Bekir ile Âtike’yi bir ayrılık daha beklemekteydi… Abdullah bin Ebî Bekir Tâif muharebesine katılıp aldığı bir yara sonucu şehit olmuştur. Çok sevdiği eşini kaybetmenin acısı ile Hz. Âtike mersiyeler söylemiştir. Hz. Âtike’nin mersiyeleri “Sözlerinden Seçtiklerimiz” bölümünde olacak. Hz. Âtike’nin iddeti dolduktan sonra, Hz. Ömer kendisine tâlip olmuştur. Fakat Hz. Âtike ilk eşi Abdullah’a verdiği söz aklına gelir. Abdullah henüz hayatta iken Âtike’ye, kendisinin ölümü durumunda kimseyle evlenmemesini istemiş ve: “Ben öldükten sonra kimse ile evlenmemen için sana bir bahçe veriyorum” diyerek aralarında bir anlaşma yapmışlardı. Bunu hatırlayan Âtike, Hz. Ömer’e: “Abdullah bana evlenmemem için bir bahçe vermişti” deyince Hz. Ömer: “Bu hususta, bilenlere danış ve fetva iste. Bana kalırsa evlenmende bir mahzur yoktur” cevabını vermiş ve Hz. Âtike’de Hz. Ali’den bu konuda fetva istemişti. Hz. Ali: “Bahçeyi Abdullah’ın ailesine geri vererek evlenebilirsin” diye cevaz verince Âtike, Hz. Ömer ile evlenmişti. Bu evlilik hicretin on ikinci yılında gerçekleşmiştir. “Hz. Ömer arkadaşlarından birkaç kişiyi düğün yemeğine çağırdı. Bunların arasında Hz. Ali de vardı. Hz. Ali, zamanında Âtike’nin kocası Abdullah ile kardeş olmuştu. Bir ara kalkarak Hz. Ömer’e: “İzin ver de Âtike ile konuşayım” dedi. Hz. Ömer: “Konuşabilirsin” diyerek ona izin verdi. Bunun üzerine Hz. Ali, Âtike’ye şunları söyledi: “Ey Âtike! Hani sen Abdullah öldüğünde “Yemin ederim ki gözlerimin yaşı asla eksilmeyeceği gibi vücudum da topraktan arınmayacaktır” demiştin.” Bu sözleri işiten Âtike bir feryat kopararak yüksek sesle ağlamaya başladı. O zaman Hz. Ömer, Hz. Ali’ye: “Allah seni affeylesin! Sen ailemi benden soğutmaya mı çalışıyorsun?” dedi.”Hz. Ömer’in şehit edilmesiyle tekrar dul kalan Hz. Âtike, üzüntüsünden Hz. Ömer için de mersiyeler söylemiştir. Hz. Ömer’den (r.a) sonra Hz. Âtike cennetle müjdelenen on sahabeden biri olan Hz. Zübeyr bin Avvam (r.a) ile evlenmişti. “Hz. Zübeyr ile evli olduğu sıralarda Hz. Zübeyr hanımlarının camiye gitmelerine bile müsaade etmeyecek derecede kıskançtı. Hâlbuki o sıralarda kadınların camiye gitmelerinde herhangi bir sakınca da yoktu ve camiye giden kadınlara mani olunmaz, ses çıkarılmazdı. İşte o sıralarda bir gün Âtike sabah namazı için evden çıkar. Kocası Zübeyr ise ondan daha önce çıkarak camiye yakın bir yerde bir köşeye saklanır. Âtike oradan geçerken de sağrısına bir fiske vurup yine gizlenir. Âtike o günden sonra camiye gitmeyi terk eder. Zübeyr ondan sonra sanki her şeyden habersizmiş gibi Âtike’ye: “Siz artık camiye çıkmaz oldunuz?” diye sorunca Âtike: “İnsanlar azmış; bundan böyle camiye gitmemiz elvermeyecek” cevabını vermiştir.”Âtike, üçüncü eşi büyük sahabe Hz. Zübeyr’in de şehit edilmesiyle tekrar dul kalmıştır.“Hz. Zübeyr de Cemel vakasında Hz. Ali’nin hasımlarından yana olmayı bırakıp geri dönerken yolda Vâdi’s-Sibâ adı verilen vadide bir ağaç altında bir müddet yatıp uyumuştu. O esnada Amr bin Cürmûz adında biri gelip onu o haldeyken öldürmüştü. Bunun üzerin Âtike onun da hakkında mersiyeler söylemiştir.”Hz. Ali’de Âtike ile evlenmek istemiş fakat Hz. Âtike, evlendiği bütün erkekler şehit olduğu için artık korktuğundan Hz. Ali’ye: “Ey mü’minlerin emiri, sizi esirgerim. Zira her kime vardımsa öldürüldü” demiş ve Hz. Ali’nin teklifini kabul etmemiştir. “Hz. Zübeyr’den sonra Âtike’nin Muhammed bin Ebî Bekir’e vardığı Mustatraf’te hikâye edilmekte ise de Eğanî ve Üsdü’l-Gâbe’de öyle bir rivayet olmayıp Âtike’nin Zübeyr’den sonra Hz. Hüseyin’e vardığı; onunda şehit edilmesiyle dul kaldığı yazılıdır.”Hz. Âtike’nin (r.anha) vefat tarihi net değildir. Fakat Hz. Hüseyin (r.a) Efendimiz Kerbela’da şehit edildiğinde Hz. Âtike hayatta idi. Hz. Hüseyin 61 yılında şehit edildiğine göre, Hz. Âtike’de 61 yılından sonra vefat etmiştir. HAKKINDA SÖYLENENLER:“Sen, Allah’ın yüzünü süsleyip güzelleştirdiklerinden birisin. Allah’ın süslediği yüzden hiç ayıp olur mu?” Abdullah bin Ebî Bekir (r.a)SÖZLERİNDEN SEÇTİKLERİMİZ:“Ben Hz. Peygamber ve Hz. Sıddîk’den sonra insanların en hayırlısı olup hiçbir taksiratı olmayan bir zat ile musîbete düçar oldum. Yegâne ilâhî mükâfatlara kalmış olur o kimsenin gözleri ki Cenk ve kavgada en ziyade sabır ve sebat, düşman üzerine döne döne hamle yapmada herkesten fazla hamle ve hücum edici öyle bir yiğit daha görmüş ola. Öyle bir bahadır idi ki her taraftan kendisine mızraklar çevrildiği halde aldırmayarak içlerine dalıp şiddetli bir ölümle ölünceye kadar cihad ve sebat etmiştir. (Sonra zevcine hitaben): Yahu artık ben bundan böyle dünya durdukça gözlerim senin üzerine ağlayıp hararetlenmekten ve cismim mâteminin tesiriyle hüzün ve elemle dolmaktan halî olmamak üzere yemin etmişimdir.” “Yemin ederim ki gözlerimin yaşı asla eksilmeyeceği gibi vücudum da topraktan arınmayacaktır.” (İlk eşi Abdullah bin Ebî Bekir’in şehit olması üzerine söylediği mersiyeler.)“Ey göz, gözyaşları akıtıp feryad ve figan ile ağla. Soylu ve şerefli mü’minlerin emiri hakkında ağlamaktan usanma.” “Bundan böyle gerek servet gerek fakir fukaraya söyle ki; ölsünler. Zira ölüm Hz. Ömer’e ayrılık kâsesini sunmuş olduğundan koruyucusuz kaldılar.” (İkinci eşi Hz. Ömer’in şehit edilmesi üzerine söylediği mersiyeler.)“Sen eğer onu uyandırmış olaydın karşında, zayıf titreyen biri olarak değil güçlü kuvvetli, mukavemet eder biri olarak bulurdun. Sen öyle kâmil mü’mini kasten öldürdün ki kasten katil olanın cezası olan kısasa uğrayasın. Behey miskin; Cenab-ı Zübeyr nice tehlikeli harblere girmiştir de senin gibi zelillerin müdafaası onu azim ve kararlılığından döndürmemiştir. Artık cehennem ol git ki; sen şimdiye kadar öylesini ele geçirememiştin.” (Üçüncü eşi Hz. Zübeyr’in katili İbn Cürmüz’e hitaben söylediği mersiyeler.) KAYNAKLAR1- Muhammed Yusuf Kandehlevî, Hayâtü's Sahâbe, trc. Ali Arslan, Merve Yayınları, İstanbul, (tarihsiz), III. 2- Ahmed Nedvî-Said Sahib Ensarî, Asr-ı Saadet, trc. Ali Genceli, Şâmil Yayınevi, İstanbul, 1985, II.3- H. Mehmed Zihni Efendi, Meşâhîru’n-Nisâ, sdl. Bedreddin Çetiner, Şâmil Yayınevi, İstanbul, 1982, II.4- Mevlânâ Şiblî, Asr-ı Saadet, trc. Ömer Rıza Doğrul, Eser Neşriyat, İstanbul, 1977, IV.5- Havva Ergene Işık, Hanım Sahabîler, Gül Yurdu Yayınları, İstanbul, 2008.6- İbnu Hacer el-Askalânî, el-İsabe Seçkin Sahabeler, trc. Seyfullah Erdoğmuş, Sağlam Yayınevi, İstanbul, 2008. | |
| | | Muhamed Dolaku Antar-aktiv
Numri i postimeve : 3478 Data e regjistrimit : 16/09/2011 Mosha : 78 Nacionaliteti-Sheti : R e Kosovës, Mitrovicë
| Titulli: Re: Hanım Sahabîler Tue 29 Nov 2011 - 21:40 | |
| HZ. CEMİLE BİNTİ ABDİLLAH (R.ANHA)
Gasîl-ül-Melâike lakabıyla tanınan sahabe Hanzala bin Ebû Âmir'in hanımı.BABASI:Abdullah bin Übey bin Selûl.ANNESİ:Havle Binti Münzir.NESEBİ:Cemîle Binti Abdullah bin Ubey bin Hâris bin Übey bin Mâlik bin Sâlim Ganem bin Avf bin Hazrec bin Habli.HAYATI:Hz. Cemîle (r.anha), münafıkların başı Abdullah bin Übey bin Selûl'un kızıdır. Fakat o babasından etkilenmemiş İslâm'ın nuru ile nurlanmıştı. Gasîl-ül-melâike yani Meleklerin yıkadığı Sahabe diye meşhur olmuş Hz. Hanzala bin Ebû Âmir ile evlenmişti. Fakat onların evlilikleri çok kısa sürmüştü. Bedir muharebesinden bir müddet sonra evlenmişlerdi. Evlendiklerinin ertesi günü Uhud Savaşı yapılacaktı. Savaş hazırlıkları yapan Resûlullah'dan (aleyhissalatu vesselam) izin isteyen Hanzala, o geceyi hanımı Cemîle ile birlikte geçirdi. Cemîle eşinin savaşta şehit edileceğini anlamış ve: “Rüyâmda semânın açıldığını ve Hanzala içeri girdikten sonra kapandığını gördüm.” demiştir.Henüz sabah olmamıştı ki Hanzala (r.a), Peygamberimiz'in (aleyhissalatu vesselam) davetine uyarak, gusül yapmaya fırsat bulamadan acele ile orduya katılmış ve müşriklere karşı cansiperane savaşmıştı. Hanzala’nın babası Ebû Âmir müşriklerin safında idi. Hanzala (r.a) Resûlullah’dan (aleyhissalatu vesselam) düşman tarafında olan babasını öldürmek için izin istemiş fakat Hz. Peygamber buna müsaade etmemişti. Bunun üzerine Hanzala, müşriklerin kumandanı Ebû Süfyan’a hamle yapmıştı, tam onu öldüreceği sırada Şeddâd bin el-Esved adlı müşrik, Hanzala’nın üzerine atılmış ve Hanzala şehadet şerbetini içmişti. Peygamberimiz (aleyhissalatu vesselam) şehitlerin başında durarak ashabına: "Kabirlerini geniş ve güzel kazın, onları ikişer ikişer ve üçer üçer gömün. Kur'an'ı en iyi bilenlere öncelik tanıyın." buyurdu. Resûlullah Efendimiz şehit olan Hanzala'nın başucuna gitti ve: "Arkadaşınız melekler tarafından yıkanmaktadır. Onun eşine sorun bakalım, o ne yapmıştı ki, melekler onu yıkıyorlar" buyurdu. Bunun üzerine ashabtan biri Cemîle binti Abdillah'ın yanına gidip Resûlullah'ın (aleyhissalatu vesselam) söylediklerini haber verir. Hz. Cemîle bunun üzerine: "Savaş emrini işittiğinde cünüptü. Geç kalmamak için yıkanmadan çıkmıştı" diye Peygamberimiz'e (aleyhissalatu vesselam) haber yollamıştı. Cemîle'nin sözleri Resûlullah Efendimiz'e ulaştığında (aleyhissalatu vesselam): "İşte bunun için melekler onu yıkadılar" buyurmuştur. Bir günlük eşinin şehit edilmesi üzerine dul kalan Hz. Cemîle, Peygamberimizden gelen bu müjdeli haber ile bir nebze olsun rahatlamıştır. Uhud savaşından yedi ay sonra ise oğulları Abdullah dünyaya gelir. Daha sonra Resûl-i Zîşan’ın hatîblerinden olan Sâbit bin Kays, Cemîle Binti Abdillah’a talip olur ve evlenirler fakat pek mutlu olamazlar. Bunu duyan Resûlullah (aleyhissalatu vesselam): “Cemile! Sabit'in neyini beğenmedin?” diye sorar. Cemîle ise: “Yâ Resûlallah! Sabit'i, dini ve ahlâkı yüzünden ayıplayamam. Vallahi, onun, sadece çirkinliğinden hoşlanmıyorum. Ona kızmaktan kendimi alamıyorum” der. Peygamberimiz: “Sana mehir olarak ne vermişti?” diye sorar. Cemîle: “Bir bahçe” cevabını verir. Resûlullah: “Bahçesini ona geri verecek misin?” deyince Cemîle hiç düşünmeden: “Evet” der.Sâbit bin Kays, Cemîle Binti Abdillah’a mehir olarak verdiği bahçeyi geri alır ve böylelikle ayrılırlar. İslâm'da ilk hul-i nikâh yani “bir kadının, mehrini kocasına bağışlayarak boşanmak istemesi” ilk olarak o zaman vuku bulmuştur. Cemîle Binti Abdillah, Sâbit’ten sonra Mâlik İbnu'd-Dahşem'le evlenir. Mâlik’ten sonra da Hubeyb İbni Yesaf talip olur ve evlenirler.Hz. Cemîle’nin vefat yılı ile ilgili bir bilgiye ulaşamadık.KAYNAKLAR1- Ahmed Nedvî-Said Sahib Ensarî, Asr-ı Saadet, trc. Ali Genceli, Şâmil Yayınevi, İstanbul, 1985, III.2- İbnu Hacer el-Askalânî, el-İsabe Seçkin Sahabeler, trc. Seyfullah Erdoğmuş, Sağlam Yayınevi, İstanbul, 2008.3- Abdulaziz eş-Şennavi, Sahabe Hayatından Tablolar (Hanım Sahabeler), trc. Tâceddin Uzun, Uysal Kitabevi, Ankara, 1991.4- M. Yusuf Kandehlevî, Hayâtü's Sahâbe, trc. Ali Arslan, Merve Yayınları, İstanbul, (tarihsiz), IV.5- Mevlânâ Şiblî, Asr-ı Saadet, trc. Ömer Rıza Doğrul, Eser Neşriyat, İstanbul, 1977, I.6- Havva Ergene Işık, Hanım Sahabîler, Gül Yurdu Yayınları, İstanbul, 2008. | |
| | | Muhamed Dolaku Antar-aktiv
Numri i postimeve : 3478 Data e regjistrimit : 16/09/2011 Mosha : 78 Nacionaliteti-Sheti : R e Kosovës, Mitrovicë
| Titulli: Re: Hanım Sahabîler Tue 29 Nov 2011 - 21:42 | |
| HZ. CÜVEYRİYE (R.ANHA)“Ben kavmi için Cüveyriye’den hayırlı ve mübarek bir kadın bilmiyorum.” Hz. Âişe (r.anha)BABASI:Huzâ’a kabilesinin Mustalikoğulları aşiretinden, aşiretin reisi ve seyidi olan Hâris b. Ebî Dırâr.NESEBİ:Cüveyriye bt. el-Hâris b. Ebi Dırar b. Habib b. Cezime Mustalik b. Amr b. Rebia b. Hârise b. Amr el-Huzaiye el-Mustalikiyye.ŞEMAİLİ VE AHLÂKI:Hz. Cüveyriye’de diğer annelerimiz gibi güzelliği ve hayırseverliği ile meşhurdur. BAZI ÖZELLİKLERİ:Hz. Cüveyriye, çok oruç tutar ve çok namaz kılardı. Çok hayırseverdi. Kendisini düşünmez, yoksullar ile ilgilenirdi. Hz. Cüveyriye, son derece takvâ sahibi idi. Yoksullara, fakirlere karşı son derece şefkatli, merhametli davranırdı. Yemez, başkasına yedirir; içmez, başkasına içirirdi. Bir gün Resûl-i Ekrem odasına giderek, "Yiyecek bir şey var mı?" diye sormuştu. Hz. Cüveyriye, "Hayır, Yâ Resûlallah! Yanımda yiyecek birşey yok. Sadece bir davar kemiği vardı ki, onu da kadın azadlımıza sadaka olarak verdim" (Müsned, 6: 430) cevabını vermişti.HAYATI:Adı Berre idi. Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) ona Cüveyriye adını vermiştir. Berre'nin anlamı, "iyi insan, kusursuz kimse, günahsız" demektir. İbnu Abbas’ın bir rivayetinde, İki Cihan Serveri (aleyhissalatu vesselam), "Berre'nin yanından çıktı" denilmesini sevmediği için Annemizin adını “kadıncık”, “kızcağız” manasına gelen Cüveyriye olarak değiştirmiştir.Hz. Cüveyriye’nin (r.anha) ilk eşi olan Müsâfi bin Safvan, Müreysî muharebesinde ölmüştür. Hz. Cüveyriye ise Müslümanlar tarafından esir alınıp Sabin bin Kays’ın hissesine düşer. Cüveyriye asil bir aileden geldiği için cariye olarak kalmak istemez ve fidye karşılığında hürriyetine kavuşmak istediğini söyler, Sabit bin Kays bu teklifi kabul eder. Ancak Cüveyriye Validemizin yanında yeteri kadar altın yoktur. Bunun üzerine Hz. Cüveyriye, yardım istemek için Peygamber-i Zîşan’a (aleyhissalatu vesselam) gider. Efendimiz (aleyhissalatu vesselam), mukâtebe ücretini ödemeyi ve onunla evlenmek istediğini söyler. Nitekim Hz. Cüveyriye bir süre önce gördüğü bir rüyayı hatırlar. Efendimiz (aleyhissalatu vesselam) Medine’ye gelmeden birkaç gün önce rüyasında, ay’ın Medine’den inip gömleğine girdiğini görmüştür. Rüyasının gerçekleştiğini anlayan Hz. Cüveyriye bu harikulâde teklifi kabul eder. Peygamberimiz (aleyhissalatu vesselam) mukâtebe ücretini öder ve Hz. Cüveyriye serbest kalır. Bunun akabinde bu mübarek izdivaç gerçekleşir ve Hz. Cüveyriye (r.anha) mü’minlerin annesi olma şerefine yükselir. İbni Hacer el-İsabe’de bu olayı İbni İshak’ın Hz. Âişe’den rivayet ettiğini yazar. Yine aynı eserdeki Ebu Kılabe’nin mürsel bir rivayetinde ve Sîretü’n-Nebî’de ise şöyle bir rivayet vardır: “Cüveyriye’nin babası Hâris, Arapların liderlerindendi. Cüveyriye (r.anha) esir edilince Hâris, Hz. Peygamber’in huzuruna çıktı ve “Kızım cariye yapılamaz. Benim şânım şerefim, bunun üzerindedir. Onu azâd ediniz” dedi. Bunun üzerine Hz. Peygamber: “Kararın bizzat Cüveyriye’nin isteğine bırakılması daha iyi olmaz mı?” buyurdu. Hâris de Cüveyriye’ye giderek: “Muhammed (aleyhissalatu vesselam) senin isteğine bıraktı. Beni mahçup etme” dedi. Cüveyriye de: “Ben Hz. Peygamber’in yanında kalmak istiyorum” dedi. Hz. Peygamber de onunla evlendi.”Peygamberimiz’in (aleyhissalatu vesselam) Cüveyriye ile evlenmesinin haberi duyulunca, Ashab, Peygamberimiz’e (aleyhissalatu vesselam) olan saygı ve hürmetlerinden ötürü Mustalikoğulları’ndan alınan köle ve cariyeleri serbest bırakmışlardır. Azad edilen köle ve cariyelerin sayısı 700 kadardır. Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam) ile Hz. Cüveyriye’nin (r.anha) evliliği hicretin 6. yılında gerçekleşmiştir. Tarihe “Cüveyriye Hadisesi” olarak geçecek bu olay sayesinde, Hz. Cüveyriye’nin babası ve iki kardeşi ile kavminden birçok kişi Müslüman olmuştur. Bu asil ve bahtiyar annemiz, esir olmuş iken kâinatın Efendisinin zevcesi olma şerefine ermiştir. Hz. Cüveyriye için Hz. Âişe (r.anhünne) Validemiz: “Kavmine ondan daha hayırlı bir kadın görmedik” demiştir. Mübarek annemiz haklıdır çünkü o hem kavminin esaretten kurtulmasına hem de birçoğunun Müslüman olmasına vesile olmuştur. Peygamberimizin Bazı Evliliklerindeki Siyasi Maksatlar“İslam Peygamberinin bazı evlilikleri, siyasi amaçlıdır. Bu evliliklerle pek çok kabilenin İslam etrafında bir araya gelmesi sağlanmıştır. Yaratılış gereği olarak şu bir gerçektir ki; kişi, bir kabile veya aileyle evlilik bağı kurduğunda, o kabile veya aileyle aralarında ister istemez bir yakınlaşma ve sevgi meydana geliyor. Aradaki düşmanlıklar kalkıyor, kin ve nefretler siliniyor, yerini sevgi ve hoşgörü alıyor.Bu gerçeği çok iyi bir şekilde bilen, insan sarrafı Hz. Peygamber, bu vesileyle onları İslam'a yaklaştırmayı yeğlemiştir. Mesela Cüveyriye binti Haris, Safiyye binti Huyeyy ve Remle binti Ebi Süfyan (radıyallahu anhünne) ile evlilikleri bu kabildendir. Bu üç annemiz de, toplumda ağırlığı olan kişilerin kızlarıdır. Cüveyriye ile Safiyye'nin (r.anha) babaları, Yahudilerin reisleri durumundadırlar. Bunlarla evlenince Yahudilerle arada akrabalık bağı kurulmuş, onlarla daha yakın temas sağlanmış ve bu vesileyle pek çoğunun İslam'la şereflenmesine sebep olunmuştur.”Mübarek annemiz Resûlullah Efendimiz’den 7 hadis rivayet etmiştir.Hz. Cüveyriye hicri sene 50’de, 65 yaşında iken vefat etti. Fakat Muhammed İbni Ömer’in rivayetine göre hicri sene 56’da vefat etti. O zaman Emir Muaviye hilafet makamını işgal ediyordu. Mervan İbni Hakem de Medine valisi idi. Mervan cenaze namazını kıldırdı ve Bakî mezarlığına defnedildi.HAKKINDAKİ HADİSLER:İbnu Abbas (r.a) anlatıyor: “Cüveyriye Bintu'l-Hâris'in ismi Berre idi, Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) onun ismini Cüveyriye diye değiştirdi. Zira, Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) "Berre'nin yanından çıktı" denmesini sevmiyordu.” Müslim, Edeb 16, (2140). Abdullah İbnu Avn anlatıyor: "Nafi'ye yazarak savaştan önce (müşrikleri İslam'a) davet etme hususunda sordum. Şu cevabı verdi:” Bu İslam'ın başında idi. Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) Benî Müstalik'e ani baskın yaptı. Adamları gâfildi, hayvanları su kenarında sulanmakta idi. Savaşabilecekleri öldürdü, kadın ve çocuklarını da esir etti. O gün Cüveyriye (r.anha) validemizi esir almıştı. Bunu bana Abdullah İbnu Ömer (r.a) rivayet etti. Abdullah bu orduya asker olarak katılmıştı." Buhari, Itk 13; Müslim, Cihad 1, (1730); Ebu Davud, Cihad 100, (2633). Hz. Âişe (r.anha) anlatıyor: "Beni'l-Mustalik'ten Cüveyriye Bintu'l-Hâris, Sabit İbnu Kays İbni Şemmas'ın (r.a) hissesine düşmüştü [esaretten kurtulmak için mukâtebe anlaşması yapti]. O, çok güzel bir kadındı, gözde onun için bir hisse vardı (gören göz haz duyardı). Mukâtebe bedelini ödemede yardım talep etmek üzere Resulullah 'a (aleyhissalatu vesselam) geldi. Hz. Âişe devamla der ki: "Cüveyriye kapıda durduğu vakit onu görünce durumu hoşuma gitmedi (Resûlullah'ın onu beğenip evlenmeye kalkacağından korktum). Resûlullah 'ın da (aleyhissalatu vesselam) benim onda gördüğüm (güzelliği) göreceğini derhal anladım. "Ey Allah'ın Resûlü dedi. Ben Hâris'in kızı Cüveyriye'yim. Durumum size meçhul değil. Ben Sabit İbnu Kays'ın hissesine düştüm. Fakat hürriyetime kavuşmak için onunla mukatebe yaptım. Size, mukatebe (bedelini ödemem)de yardım istemek üzere geldim. Resulullah: "Sana ondan daha hayırlısını söylesem ne dersin?" buyurdular. Cüveyriye: "O nedir?" dedi. "Senin yerine mukâtebe ücretini ödeyeyim ve seni zevce olarak alayım?" buyurdular. Cüveyriye de: "Kabul ediyorum!" dedi. [Bunun üzerine. Sabit İbnu Kays'a adam göndererek Cüveyriye'yi ondan talep etti. Sabit: "O senindir, ey Allah'ın Resûlü! Annem babam sana feda olsun!" dedi. Aleyhissalatu vesselam mukatebe ücretini hemen ödedi. Cüveyriye'yi azad edip evlendi. Halk, Resûlullah'ın (aleyhissalatu vesselam) Cüveyriye ile evlendiğini işitince ellerindeki esirleri salip azad ettiler ve "Bunlar Resûlullah'ın (aleyhissalatu vesselam) artık akrabalarıdır (esir olarak tutulamazlar)!" dediler. Hz. Âişe devamla der ki: "Kavmine ondan daha hayırlı bir kadın görmedik; onun sebebiyle Beni Mustalik'ten yüz aile halkı azad olundu." Ebu Davud, Itk 2, (3931). Cüveyriye (r.anha) ile Hz. Peygamber evlenince Müslümanlar. “Hz. Peygamber’in evlendiği aile köle yapılamaz” diyerek paylarına düşen bütün savaş esirlerinin hepsini serbest bıraktılar. Tirmizi, İbn Abbas yoluyla, Cüveyriye bintu’l-Haris’den (r.anha) rivayet ediyor: “Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem) mescidindeyken onun yanına uğradı. Sonra gündüzün yarısında tekrar uğradığında şöyle buyurdu: “Hala buna devam mı ediyorsun?” Cüveyriye (r.anha): “Evet” dedi. Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: “Dikkat et, sana söylemen için bazı kelimeler öğreteyim: Subhane adede halkihi… (devamı: Subhanallahi rıda nefsihi, suhbahallahi zinete arşihi ve subhanallahi midade kelimatihi = Yarattıkları sayısınca Allah’ı tesbih ederim. Allah’ı kendisinin razı olacağı şekilde tesbih ederim. Allah’ı arşın ağırlığınca tesbih ederim. Kelimelerin miktarınca Allah’ı tesbih ederim.)” Buhari’nin Sahih’inde Cüveyriye’den (r.anha) şöyle rivayet edilir: “Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem) onun yanına bir Cuma gününde girmişti. Cüveyriye (r.anha) oruçlu idi. Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem): “Dün de oruç tuttun mu?” dedi. O: “Hayır” dedi. Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem): “Peki yarın tutacak mısın?” diye sorunca: “Hayır” dedi. Bunun üzerine: “O halde orucunu aç” buyurdu.”HAKKINDA SÖYLENENLER:“Cüveyriye güzel bir kadındı. Onu gören ona hayran olurdu. Resulullah’a (aleyhissalatu vesselam) gelerek kurtulmalık fiyatında kendisine yardım etmesini istedi.” Hz. Âişe (r.anha) “Cüveyriye kapıda durduğu vakit onu görünce durumu hoşuma gitmedi (Resûlullah'ın onu beğenip evlenmeye kalkacağından korktum). Resulullah 'ın da (s.a.s) benim onda gördüğüm (güzelliği) göreceğini derhal anladım.” Hz. Âişe (r.anha) “Peygamber Efendimiz Hz. Cüveyriye (r.anha) ile nikâh akdedince, Cüveyriye, mü'minlerin anası mevkiine yükseldi ve sahâbînin bakışında bir ihtirâm âbidesi hâline geldi. Hele Ashâb-ı Resûlullah’ın, "Peygamber'in akrabaları esir edilmez." deyip, ellerindeki esirleri bırakınca, hem Cüveyriye radıyallahu anha hem de onun aşîretin'in gönlü fethediliverdi.” M. Abdülfettah ŞahinSÖZLERİNDEN SEÇTİKLERİMİZ:Ben Resûlullah’ı (aleyhissalatu vesselam) tercih ediyorum. Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) benimle yirmi yaşımdayken evlenmiştir.KAYNAKLAR1- İbnu Deybe, Teysiru'l-Vüsûl ilâ Câmii'l-Usûl, trc. İbrahim Canan, Akçağ Yayınevi, İstanbul, 1993, I.2- İbnu Deybe, Teysiru'l-Vüsûl ilâ Câmii'l-Usûl, trc. İbrahim Canan, Akçağ Yayınevi, İstanbul, 1993, IV.3- İbnu Deybe, Teysiru'l-Vüsûl ilâ Câmii'l-Usûl, trc. İbrahim Canan, Akçağ Yayınevi, İstanbul, 1993, XV.4- Mevlânâ Şiblî, Asr-ı Saadet, trc. Ömer Rıza Doğrul, Eser Neşriyat, İstanbul, 1977, I.5- Mevlânâ Şiblî, Asr-ı Saadet, trc. Ömer Rıza Doğrul, Eser Neşriyat, İstanbul, 1977, II.6- H. Mehmed Zihni Efendi, Meşâhîru’n-Nisâ, sdl. Bedreddin Çetiner, Şâmil Yayınevi, İstanbul, 1982, I.7- Mevlânâ Şiblî Numânî, Son Peygamber Hz. Muhammed Sîretü’n-Nebî, trc. Yusuf Karaca, İz Yayıncılık, İstanbul, 2008. 8- Abdulaziz eş-Şennavî, Sahabe Hayatından Tablolar (Hanım Sahabeler), trc. Tâceddin Uzun, Uysal Kitabevi, Ankara, 1991.9- İbnu Hacer el-Askalânî, el-İsabe Seçkin Sahabeler, trc. Seyfullah Erdoğmuş, Sağlam Yayınevi, İstanbul, 2008.10- Ahmed Nedvî-Said Sahib Ensarî, Asr-ı Saadet, trc. Ali Genceli, Şâmil Yayınevi, İstanbul, 1985, I.11- Doğuştan Günümüze Büyük İslam Tarihi, Çağ Yayınları, İstanbul, 1992, I.12- Salih Suruç, Kâinatın Efendisi Peygamberimizin Hayatı, Feza Gazetecilik, İstanbul, 1998, II.13- Muhittin Akgül, "Peygamberimizin Hanımları ve Evliliklerindeki Hikmetler-2", Yeni Ümit Dergisi, (2000), Sayı. 47. http://www.yeniumit.com.tr/konular.php?sayi_id=47&konu_id=950&yumit=bolum214- İbn Hazm, Cevâmiu's-Sîre, trc. M. Salih Arı, Çıra Yayınları, İstanbul, 2004.15- M. Abdülfettah Şahin, Şüpheler ve Çıkış Yolları, Ankara, 1990, I.16- Mevlanâ Niyaz, Kadın Sahabiler, trc. Ali Genceli, Toker Yayınları, İstanbul, 1971.
| |
| | | Muhamed Dolaku Antar-aktiv
Numri i postimeve : 3478 Data e regjistrimit : 16/09/2011 Mosha : 78 Nacionaliteti-Sheti : R e Kosovës, Mitrovicë
| Titulli: Re: Hanım Sahabîler Tue 29 Nov 2011 - 21:44 | |
| HZ. CÜVEYRİYE BİNTİ EBÎ CEHİL (R.ANHA)Allah düşmanı Ebû Cehil’in kızı. O babasının kinini ve inadını değil, Hak din İslâm’ı seçmişti.BABASI:Ebû Cehil bin Hişâm. ANNESİ:Ervâ Binti Ebil-İys.NESEBİ:Cüveyriye Binti Ebî Cehil bin Hişâm bin el-Muğire el-Kureyşî el-Mahzûmî.Kureyş'in Beni Mahzûm kabilesindendir. Ebû Cehil, Hâlid bin Velid’in amcası olduğundan, Cüveyriye, Hâlid bin Velid’in amcakızı oluyor. Ayrıca Hz. Cüveyriye'nin babası Ebu Cehil, Hz. Ömer'in annesi tarafından akrabası olmaktadır. ŞEMAİLİ VE AHLÂKI:Hz. Cüveyriye (r.anha), Kureyş’li kadınlar arasında, şeref, edep, namus, zekâ ve fiziksel açıdan yüksek bir konumda idi.HAYATI:Cüveyriye’nin adının “Avra” veya “Cemile” olduğu da söylenmiştir. Allah ve Resûlü’nün azılı düşmanı Ebû Cehil’in kızı Hz. Cüveyriye Mekke’nin fethinden sonra Müslüman olmuştur. Allah’ın takdiri budur ki İslâm’a bu kadar saldırmış, Peygamber (aleyhissalatu vesselam) ve Ashabına o kadar eziyet ve işkenceler etmiş Allah düşmanı bir kâfir olan Ebû Cehil’in kızı bile İslâm’a girebiliyor ve adı Hazreti Cüveyriye diye anılıyor. Şüphesiz bunda akıl sahipleri için ibretler vardır… Hz. Cüveyriye (r.anha) ile İtâb bin Üseyd evlenmiştir. Fakat Cüveyriye, İtâb ile evlenmeden önce Hz. Ali’nin onunla evlenme durumu söz konusu olmuştu. Bununla alakalı çeşitli rivayetler var. Bu rivayetlerden gerekli olanlarını seçtik ve şimdi işin aslı ve sebeplerini anlamaya çalışalım:Bu konu ile ilgili Kütüb-i Sitte’de geçen bir rivayet var:Misver İbnu Mahreme anlatıyor: "Hz. Ali (r.a) nikahı altında Fâtımâ (r.anha) olduğu halde Ebu Cehl'in kızına talib oldu. Bunu işiten Hz. Fâtımâ, Resulullah'a (aleyhissalatu vesselam) gelerek: "Kavmin, kızları için senin hiç gadablanmayacağını zannediyor. İşte Ali, Ebu Cehl'in kızıyla evlenecek!" dedi. Bunun üzerine Aleyhissalatu vesselam kalktı, minbere çıkti, şehadet getirdi ve şu hitabede bulundu: "Emma ba'd! Ben Ebu'l-As İbnu'r-Rebi'e (kızımı) nikâhladım. Bana konuştu ve doğruyu söyledi [vadetti ve vaadini tuttu. Şurası muhakkak ki ben helal olanı haram kılmıyorum, haramı da helal kılmıyorum]. Fâtımâ benden bir parçadır. Onu üzen beni de üzer. Allah'a yemin olsun Resulullah aleyhissalatu vesselam'ın kızı Allah düşmanının kızıyla ebediyyen bir araya gelmeyecektir!" Ravi der ki: "Ali istemekten vazgeçti." [Buhari, Fezailu'l-Ashab 16, 12, 29, Cum'a 29, Humus 5, Nikâh 109, Talak 13; Müslim, Fezailu's-Sahabe 96, (2449); Ebu Davud, Nikâh 13, (2071); Tirmizi, Menakıb, (3866).]Siyer bilginlerinin bu konudaki görüşlerini daha iyi anlamak açısından buraya almak uygun olacak. İbn-i İshâk diyor ki: “Bence şüpheli sayılmayan bir zat bana dedi ki: Peygamber Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem), kızlarını ortak üzerine nikâhlamamak için son derece dikkat ve hassasiyet gösterirdi.”Hacı M. Cemal Öğüt’ün Gül’ün Gül’ü adlı eserinde ise şöyle bir rivayet ve açıklaması vardır: “Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam): “Fâtımâ-i Zehrâ, Benim vücudumun bir parçasıdır. Ben Fâtımâ’nın dinine bir fitne uğramasından korkarım” buyurmuşlardır. Yani Fâtımâ-i Zehrâ’da insanlık icabı ortağına karşı doğabilecek aşırı bir kıskançlık sebebiyle sabırsızlanarak doğruluktan uzaklaşmasından korkarım demek istemiştir. Veya Cüveyriye her ne kadar Müslüman olsa da, vaktiyle babasının Bana karşı güttüğü düşmanlıktan dolayı Fâtımâ’nın mübarek kalbinde gizli kalan düşmanlık duygusu bu nikâha engeldir, demek istemişlerdir. “Bununla beraber bu mesele aslında helal bir şey olup, ben Allah’ın hakkı olan helali haram, haramı helal kılmak selâhiyetine sahip değilim. Lâkin vallahi, bir adamın nikâhı altında Resûlullah’ın kızı ile Allah’ın düşmanının kızı asla toplanamaz” buyurmuşlardır.Bu meselede bir incelik daha vardır ki o da, anne ve kız kardeş gibi dertleşecek kadın akrabalarından mahrum bulunan Hz. Fâtımâ’ya ortağı tarafından gelebilecek eziyet ve sıkıntının istenmediği anlaşılmaktadır. Bunu ez-Zürkânî ifade ediyor.”“İmam Kastalânî merhum der ki, fıkıhçılardan merhum Süheylî bu Hadis-i Şerif’ten faydalanarak: “Bir kimse Hz. Peygamber’in (sallallahu aleyhi ve sellem) en üstün ve en sevgili kızı olan Hz. Fâtımâ-i Zehrâ’ya söğse, derhal imandan çıkar” demiştir. İmam Sübkî merhum da bu görüş ve kanaattedir.” Bu açıklamalardan anlaşılıyor ki, Allah Resûlü (aleyhissalatu vesselam) bu evliliğe karşı çıkmakla aslında imanî meselelere verdiği ehemmiyet anlaşılıyor. Hz. Ali’nin, Hz. Fâtımâ’nın (r.anha) üzerine evlenmesini Peygamberimiz (aleyhissalatu vesselam) ve kızı Hz. Fâtımâ hoş karşılamamışlardı. Bu yüzden Hz. Ali de bu düşünceden vazgeçmişti.Yine Hacı M. Cemal Öğüt’ün Gül’ün Gül’ü adlı güzîde eserinde bu konu ile alakalı sarih ve olaya farklı bir açıdan bakmamızı sağlayacak eşsiz ifadeler var, onları buraya alıyoruz:“Buhârî şârihi merhum Aynî’nin açıkladığına göre Peygamber Efendimiz’in (aleyhissalatu vesselam) bu meseleyi hutbede açıkça zikretmesi, bu hükmün halk arasında yayılması, lüzum ve evlâ olarak amel etmeleri içindir. Hz. Ali’nin, Fâtımâ-i Zehrâ’nın üzerine evlenmek arzularına gelince: Buhârî’nin rivayetindeki “Benden izin istediler” cümlesine dikkat çekmek icap eder. Demek bu, meselenin henüz gerçekleşme durumunda olmadığını gösteriyor. Yani Hz. Ali’nin fikri bilinmemekle beraber, Peygamber Efendimiz’in (aleyhissalatu vesselam) izni istenmektedir. Binaenaleyh bu şekilde Hz. Ali, bu işe henüz karar vermeden mütefekkirlerden büyük bir âlim şöyle bir mütâlaada bulunmuştur: Hz. Cüveyriye (r.anha), o çevrenin kadınları arasında edep, utanma, namus, şeref, zekâ ve vücutça o kadar farklı ve öyle bir durumda idi ki, yakınları onu evlendirmek için bir denk aradılar, fakat bulamadılar. Nihayet Hz. Ali’nin (r.a) Cüveyriye’ye bir eş olabileceğine kanaat getirmiş olduklarından bu işe teşebbüs etmişlerdir. Lâkin “Hatabe: Hz. Ali, Cüveyriye’nin nikâhına tâlib oldu” rivayetine göre bu mesele gene isteme durumundadır. Ortada gerçekleşmiş bir şey yoktur. Olsa bile bu iş Peygamber Efendimiz’in (aleyhissalatu vesselam) rızası ve Hz. Fâtımâ-i Zehrâ’nın uygun bulmasıyla ancak gerçekleşebilirdi.”Hz. Ali (r.a), Hz. Cüveyriye ile evlenmekten vazgeçince, yukarıda da bahsettiğimiz gibi sahabeden İtâb bin Üseyd ile evlenmiştir. Bu evlilikten Abdurrahman adında bir oğlu olmuştur. Hz. Cüveyriye’nin vefat yılı belli değildir.HAKKINDAKİ HADİSLER: Yine başka bir rivayette: Hz. Cüveyriye Mekke’nin fethi günü Hz. Bilâl’in (r.a) Kâ’be-i Muazzama’da ezan okuduğunu işitince: “Babamın ne mutlu canına ki Bilâl’in Kâbe üzerinde bağırdığını görmedi” demiştir.KAYNAKLAR1- İbnu Deybe, Teysiru'l-Vüsûl ilâ Câmii'l-Usûl, trc. İbrahim Canan, Akçağ Yayınevi, İstanbul, 1993, XV.2- Hacı M. Cemal Öğüt, Gül’ün Gül’ü Fâtımâtü’z-Zehra, Mavi Yayıncılık, İstanbul, 2006.3- Mevlânâ Şiblî, Asr-ı Saadet, trc. Ömer Rıza Doğrul, Eser Neşriyat, İstanbul, 1977, I.4- H. Mehmed Zihni Efendi, Meşâhîru’n-Nisâ, sdl. Bedreddin Çetiner, Şâmil Yayınevi, İstanbul, 1982, I.5- Mevdûdi, Tarih Boyunca Tevhid Mücadelesi ve Hz. Peygamberin Hayatı, trc. Ahmet Asrar, Pınar Yayınları, İstanbul, 2004.6- Havva Ergene Işık, Hanım Sahabîler, Gül Yurdu Yayınları, İstanbul, 2008. | |
| | | Muhamed Dolaku Antar-aktiv
Numri i postimeve : 3478 Data e regjistrimit : 16/09/2011 Mosha : 78 Nacionaliteti-Sheti : R e Kosovës, Mitrovicë
| Titulli: Re: Hanım Sahabîler Tue 29 Nov 2011 - 21:47 | |
| HZ. DÜRRE BİNTİ EBÎ LEHEB (R.ANHA)Peygamberimizin: “Ey İnsanlar! Ne oluyor da akrabalarım hakkında bana eziyet ediyorsunuz.” buyurarak insanlara karşı koruduğu amcasının kızı.BABASI:Resûlullah’ın amcası Ebû Leheb İbni Abdulmuttalib. ANNESİ:Ebû Süfyan İbni Harb'in kız kardeşi Ümmü Cemîl Binti Harb.NESEBİ:Dürre Binti Ebî Leheb İbni Abdulmuttalib bin Hâşim bin Abdimenaf bin Kusayy bin Kilâb bin Murre bin Kâ’b bin Lüeyy bin Gâlib bin Fehr bin Malik bin Nadr bin Kinâne bin Huzeyme bin Müdrike bin İlyâs bin Mudar bin Nizâr bin Ma’d bin Adnan bin Aded bin el-Mukavvim bin Sârih bin Yeşcüb bin Ya’rub bin Sâbit bin İsmail bin İbrahim.HAYATI:Hz. Dürre (r.anha), Peygamberimiz’in (aleyhissalatu vesselam) amcası, kâfirlerin başı olan Ebû Leheb’in kızıdır. Cenab-ı Hakk'ın diriyi ölüden, ölüyü de diriden çıkarttığı gibi, kâfir bir babadan mü'min bir evlat meydana geleceğine en çarpıcı örnek hiç kuşkusuz Ebû Leheb'in kızı Hz. Dürre'dir. O babası gibi küfür karanlığında kalmamış, İslâm'ın nuru ile aydınlanmış bir hanımefendidir.İlk evliliğini Hâris İbni Amir İbni Nevfel ile yapmıştı. Hâris bir müşrikti. İslâm'a karşı olan Hâris, Bedir muharebesine katılmış ve mü'minler tarafından öldürülüp küfrün bataklığına ebedî olarak gömülmüştü.Hz. Dürre İslâm ile müşerref olunca Medine'ye hicret eder ve Rafi' İbni Mu'allâ ez-Zürakî’nin evine misafir olur. Hz. Dürre Medine'ye hicret ettikten sonra, Hz. Cebrail'in (a.s) onun sûretine büründüğü meşhur sahabe Hz. Dıhye bin Halife el-Kelbî ile evlenir.Hz. Dürre (r.anha) ile ilgili Hayatu’s-Sahabe’de şöyle bir rivayet vardır: “Hz. Peygamber’in amcalarından Ebu Leheb’in kızı Dürre hicret ederek Medine’ye geldi ve Râfi b. el-Muallâ ez-Zürakî’nin evine misafir oldu. Daha sonra Benî Zürayk kabilesi onun yanına gelerek: “Sen Allah’ın, hakkında Tebbet Sûresi’ni indirdiği Ebu Leheb’in kızısın. Dolayısıyla hicretin sana hiçbir yarar sağlamayacaktır” dediler. Bunun üzerine Dürre, Hz. Peygamber’e giderek şikâyette bulundu ve onların söylediklerini de aktardı. Hz. Peygamber onu teselli etti ve yanına oturttu. Sonra o günkü öğle namazının akabinde minbere çıkarak şunları söyledi: “Ey İnsanlar! Ne oluyor da akrabalarım hakkında bana eziyet ediyorsunuz. Allah’a yemin ederim ki, benim kıyamet gününde şefaatim Hayyehâ, Hakem, Sudâ’ ve Sehleb(1) kabilelerine bile yetişecektir.””Hz. Dürre’nin (r.anha) üç oğlu vardı, bunlar: Utbe, Velid ve Ebu Müslim’dir.Peygamberimiz’den (aleyhissalatu vesselam) 3 hadis rivayet eden Dürre’nin vefat tarihi ve diğer ahvali hakkında bir malumatımız yoktur.(1) Hayyehâ, Hakem, Sudâ’ ve Sehleb kabileleri ile Resûlullah aleyhissalatu vesselam’ın uzaktan akrabalığı bulunuyor.KAYNAKLAR1- Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayâtü's Sahâbe, trc. Ali Arslan, Merve Yayınları, İstanbul, (tarihsiz), I. 2- Mevlanâ Niyaz, Kadın Sahabiler, trc. Ali Genceli, Toker Yayınları, İstanbul, 1971.3- Mevlânâ Şiblî, Asr-ı Saadet, trc. Ömer Rıza Doğrul, Eser Neşriyat, İstanbul, 1977, I.4- Abdulaziz eş-Şennavi, Sahabe Hayatından Tablolar (Hanım Sahabeler), trc. Tâceddin Uzun, Uysal Kitabevi, Ankara, 1991.5- İbn Hazm, Cevâmiu's-Sîre, trc. M. Salih Arı, Çıra Yayınları, İstanbul, 2004. | |
| | | Muhamed Dolaku Antar-aktiv
Numri i postimeve : 3478 Data e regjistrimit : 16/09/2011 Mosha : 78 Nacionaliteti-Sheti : R e Kosovës, Mitrovicë
| Titulli: Re: Hanım Sahabîler Tue 29 Nov 2011 - 21:52 | |
| HZ. ERVÂ BİNTİ ABDULMUTTALİB (R.ANHA)Resul-i Ekrem aleyhissalatu vesselamın halasıdır.BABASI:Resulullah sallallahu aleyhi ve sellemin dedesi Abdulmuttalib b. Hâşim’dir.ANNESİ:Fatıma binti Amr.NESEBİ:Ervâ binti Abdülmuttalib, bin Hâşim, bin Abdimenaf, bin Kusayy, bin Kilâb, bin Murre, bin Kâ’b, bin Lüeyy, bin Gâlib, bin Fehr, bin Malik, bin Nadr, bin Kinâne, bin Huzeyme, bin Müdrike, bin İlyâs, bin Mudar, bin Nizâr, bin Ma’d, bin Adnan, bin Aded, bin El-Mukavvim, bin Sârih, bin Yeşcüb, bin Ya’rub, bin Sâbit, bin İsmail, bin İbrahim. BAZI ÖZELLİKLERİ:· Hz. Ervâ’da diğer kız kardeşleri gibi belağatı kuvvetli bir hanımefendi idi. Babası Abdulmuttalib ve yeğeni olan Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem için çeşitli mersiyeler dile getirmiştir. · Hz. Ervâ radıyallahu anha, Müslüman olduktan sonra İslamiyet’in neşri için çaba sarf etmiştir. Kureyş’lilerin nazarında söz sahibi olan bu hanımefendi, edebî yönünü insanları İslam’a davet etmekte de kullanmıştır. · Mekke’de İslam’ın ilk zamanlarında Müslüman olmuş ve Medine’ye hicret etme şerefine nail olanların arasına O’da girmiştir.HAYATI HAKKINDA KISA KISA· Ervâ radıyallahu anha, Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in en küçük halasıdır. Efendimiz aleyhissalatu vesselamın babası Abdullah ile anne-baba bir kardeştir.· İlk evliliğini cahiliye döneminde Umeyr ibn Vehb ibn Abdi Kusayy ile yapmıştır. Bu evlilikten Tuleyb adında bir oğlu olmuştur. Daha sonra Kelde (Ertab) ibn Abdi Menaf ibn Abdiddar İbn Kusayy ile evlenmiştir. Bu evlilikten de Fâtıma adında bir kızı olmuştur. Müslüman oluşu· Hz. Ervâ'nın oğlu Tuleyb, İbni Erkam'ın evinde Müslüman olmuştur. Peygamberimiz aleyhissalatu vesselam İslamiyet'in ilk zamanlarında pek çok sıkıntılara maruz kalmıştı. Müşrikler Efendimiz'in tebliğ yapmak için bulunduğu mekânları sürekli basıp, Müslümanları rahatsız ediyorlardı. Bunun üzerine İbni Erkam Safa tepesinde bulunan evini toplantı yapmak için Resulullah sallallahu aleyhi ve selleme teklif etmişti. Orada müşriklerin kendilerini rahatsız etmeyeceklerini söylemiş ve Efendimiz de bu teklifi kabul etmişti. İşte Hz. Ervâ’nın oğlu Tuleyb bu evde Müslüman olmuştur. Aynı zamanda da Hz. Tuleyb, Resulullah Efendimize saldıran müşriklere karşı Peygamberimizi koruma ve müdafaa etme vazifesini de üzerine almıştı.· Hz. Tuleyb radıyallahu anh Müslüman olur olmaz, annesinin yanına gidip İslam’ı tebliğ etmiştir. Annesine şöyle demiştir: “Ben hulus-i kalb ile İslam’a bağlanıp, Hz. Peygamber’in izindeyim.” Annesi, o mübarek hatun, oğluna şöyle cevap verdi: “Senin kendi kardeşine yardımdan ziyade başkalarına yardım etmene ihtiyaç vardı. Eğer ben de erkek olsaydım böyle yapardım, kâfirlerin el uzatanlarına karşı gelirdim” demiş, hemen akabinde İslam’la müşerref olmuş ve bununla da kalmayıp kardeşi Hamza’nın da Müslüman olmasında pay sahibi olmuştur. · Bir defa Avf b. Sabre Sehmî, Resul-i Ekrem’e karşı ağır sözler sarfetmişti. Buna karşılık Hz. Tuleyb onun devesini yaralamış, sakatlamıştı. Tuleyb’in bu hareketi annesine şikâyet edilmiş, o da şöyle cevap vermişti: “Tuleyb, dayızadesinin yardımcısı, mal ve kanının muhafızıdır.”· Müşriklerin ele başısı Ebu Leheb, Müslümanlara eziyetten çok zevk alıyordu. Eline geçirdiği Müslümanlara eziyet ediyor, hatta öldürmekten bile çekinmiyordu. Müşriklerin bu cüretlerine Tuleyb karşı koyuyordu. Bir gün Ebu Leheb şöyle demişti: “Tuleyb, Muhammed’in hayatını muhafaza ediyor, o, Muhammed’in en iyi yardımcısı ve muhafızıdır.” Bu olay üzerine Hz. Ervâ’ya müşrikler: “Oğlunun yaptıklarını görüyor musun?” dediler. O ise şöyle cevap verdi: “Onun günlerinin en hayırlısı, dayısının oğluna yardım ettiği gündür.” Daha sonra Ebu Leheb, Hz. Ervâ’nın Müslüman olduğunu duyar duymaz onun yanına gider ve Hz. Ervâ Ebu Leheb’e: “Yeğeninin yanında dur ve ona destek ol. Eğer o galip gelirse, sen iyi kimselerden olursun. Yoksa yeğenin yüzünden suçlu ve kusurlu olursun” deyip Resulullah Efendimize destek olmasını ister. Ebu Leheb ise: “O’nun getirdiği, ortaya çıkardığı din yüzünden bütün Arap topluluklarına karşı koymaya bizim gücümüz mü yeter?” demiştir. Bunun üzerine Hz. Ervâ şu mersiyeyi söylemiştir: “Tuleyb dayısının oğluna yardım eder. Ondan kanını ve malını esirgemez.”SÖZLERİNDEN SEÇTİKLERİMİZ:Hz. Ervâ’nın Babası Abdulmuttalib için söylediği mersiyeler: Benim gözüm gerçekten ağladı. Semahat sahibi bir kimseye ağladı ki hayâ (utangaç) yaratılışlı ve nazik tabiatlı, soyu şerefi, hasletleri güzel, iyi huylu bir zattır. Babam Şeybe, boylu poslu, fasîh sözlü, parlak yüzlü, ince belli, son derecede güzel ve letafetli bir zat olup zilleti ve zulmü asla kabul etmez, şerefi kimseye gizli değildir. Kendisi Malik b. Nadr b. Kînâne oğullarının sığınağı, Kureyş’in efendisi Fihr b. Mâlik b. en-Nadr b. Kînâne, halkının yüz akı ve işlerini çekip çevirenidir.Kalbi kuvvetli olduğundan kanlar aktığı ve ölüm, bahadırları korkuttuğu zamanlarda bile asla fütur getirmeyip celâdetini izhar eder, reyinde isabet vardır. O’na baktığın zaman üzerinde güzellik ve rüşenlik görürsün.
- “Sîret-i İbn
Hişâm’da ve Müsâmerât-ı Cenâb-ı Muhyiddin’de anlatıldığına göre Ervâ, bu mersiyeyi babasına henüz vefat etmeksizin söylemiştir. Çünkü Abdulmuttalib hazretleri ölüm hastalığında kızları Ervâ, Ümmü Hakîm el-Beyza, Ümeyme, Berre, Safiyye ve Âtike’yi yanına celbedip: “Vefatımdan sonra hakkımda söyleyeceğiniz mersiyeleri ölmeden işiteyim” diye onlardan her birine kendisi için birer mersiye söyletmişti. Ervâ’nın işte o vakit söylediği mersiye yukarıdadır.”
- Tuleyb dayısının
oğluna yardım eder.
- Ondan kanını ve
malını esirgemez.
- Resulullah
aleyhissalatu vesselam ahirete irtihal edince Ervâ Binti Abdulmuttalib şu şiiri söylemiştir:
- Ey
Allah'ın Resulü! Sen bizim ümidimizdin
- Sen bize iyilik
ederdin. Zulmetmezdin.
- Sanki kalbimin
üzerinde Muhammed'in adı var.
- Peygamber'den
sonra kabileler biraraya gelmediler.
KAYNAKLAR1-Asr-ı Saadet-c.1-Mevlânâ Şibli-Eser Neşriyat-İstanbul-19772-Sahabe Hayatından Tablolar (Hanım Sahabeler)- Abdulaziz eş-Şennavi- Uysal Kitabevi-Ankara-19913-Meşahîru’n-Nisa-c.1-H. Mehmed Zihni-Şamil Yayınevi-İstanbul-19824-Asr-ı Saadet-c.2-Ahmed Nedvi, Said Sahib Ensari-Şamil Yayınevi-İstanbul-19855-Hanım Sahabiler-Hümeyra Hub-Mehtap TV- http://www.serdengecti.org/sizinti/file.php?f=24096-Hanım Sahabîler-Havva Ergene Işık-Gül Yurdu Yayınları-İstanbul-2008 | |
| | | Muhamed Dolaku Antar-aktiv
Numri i postimeve : 3478 Data e regjistrimit : 16/09/2011 Mosha : 78 Nacionaliteti-Sheti : R e Kosovës, Mitrovicë
| Titulli: Re: Hanım Sahabîler Tue 29 Nov 2011 - 21:54 | |
| HZ. ERVÂ BİNTİ KÜREYZ (R.ANHA)Hz. Peygamber’in (aleyhissalatu vesselam) halasının kızı, Hz. Osman’ın da annesidir.BABASI:Küreyz bin Rebîa.ANNESİ:Resûlullah’ın (aleyhissalatu vesselam) halası Beyda Binti Abdilmuttalib’dir.NESEBİ:Erva binti Küreyz bin Rebia bin Habib bin Abdişems.HAYATI:Hz. Ervâ (r.anha), ilk Müslümanlardandır. Hz. Talha, Hz. Ammar bin Yâsir, Hz. Ebû Bekir, Hz. Zübeyr bin Avvam ve Hz. Abdurrahman bin Avf’ın (r.anhüma) anneleri ile birlikte İslâm'a intisab etmiştir. Hz. Peygamber’in (aleyhissalatu vesselam) Medine’ye hicretinden sonra Hz. Ervâ da Medine’ye hicret etmiştir.Hz. Ervâ (r.anha), Resûlullah’ın (aleyhissalatu vesselam) halası Beyda’nın kızıdır. Allah Resûlü’ne birçok yönden akraba olma şerefine ermiştir. Resûlullah Efendimiz’in hem halasının kızıdır hem de oğlu Hz. Osman’ın Allah Resûlü’nün mübarek kerimeleri ile yaptığı izdivaç neticesinde, Resûlullah’a (aleyhissalatu vesselam) dünür olmak ile müşerref olmuştur.İlk eşi Affan b. Ebil'As’tır. Affan ile yaptığı bu evlilikten Hz. Osman (r.a) ve Âmine adında bir kızı olmuştur. Affan bin Ebil’As vefat edince bu defa Ukbe bin Ebî Muayt'la evlenmiş ondan da, Velid, Umâre, Halîd, Ümmü Külsûm, Ümmü Hakîm ve Hind isminde çocukları olmuştur.Hz. Ervâ (r.anha), oğlu Hz. Osman’ın hilafeti zamanında Medine’de iken vefat etmiştir. Bakî kabristanına defn edilmiştir.KAYNAKLAR1- H. Mehmed Zihni Efendi, Meşâhîru’n-Nisâ, sdl. Bedreddin Çetiner, Şâmil Yayınevi, İstanbul, 1982, I.2- Abdulaziz eş-Şennavi, Sahabe Hayatından Tablolar (Hanım Sahabeler), trc. Tâceddin Uzun, Uysal Kitabevi, Ankara, 1991.3- İbnu Hacer el-Askalânî, el-İsabe Seçkin Sahabeler, trc. Seyfullah Erdoğmuş, Sağlam Yayınevi, İstanbul, 2008.4- Havva Ergene Işık, Hanım Sahabîler, Gül Yurdu Yayınları, İstanbul, 2008. | |
| | | Muhamed Dolaku Antar-aktiv
Numri i postimeve : 3478 Data e regjistrimit : 16/09/2011 Mosha : 78 Nacionaliteti-Sheti : R e Kosovës, Mitrovicë
| Titulli: Re: Hanım Sahabîler Tue 29 Nov 2011 - 21:56 | |
| HZ. ESMA BİNTİ EBÎ BEKİR (R.ANHA)“Allah senin bu kuşağın yerine sana cennette iki kuşak verecektir” Hz. Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem)BABASI:Babası, Resûlullah’ın (aleyhissalatu vesselam) “es-Sıddîk” diye nitelediği Hz. Ebu Bekir (r.a). ANNESİ:Kutele veya Kuteyle Binti Abdiluzza el-Kureşiyye.NESEBİ:Esma Binti Ebî Bekir Abdillah b. Osman et-Teymiyye.KÜNYE VE LAKABLARI:Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam) ve babası Hz. Ebu Bekir Medine’ye hicret edecekleri zaman, kendilerine hazırladığı yol azığını koyduğu torbanın ağzını bağlamak için kemerini ikiye bölüp bir parçasıyla bu torbanın ağzını bağlamıştır. Onun için kendisine “İki Kemer Sahibi” yahut “İki Kuşaklı” manasında “Zat’ün-Nitakayn” denmiştir. Ebu Ömer (b. Abdilberr) dedi ki: “Bu ismi ona Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) vermişti. Zira o, Peygamber (aleyhissalatu vesselam) hicret edeceği zaman sofra hazırlamış, bunu sarmak için kuşağını iki parçaya bölmüş, parçanın yarısıyla sofrayı sarmıştı. Diğer parçasını da kuşak olarak kullandı.” İbn İshak ve başkaları da böylece zikretmişlerdir.ŞEMAİLİ VE AHLÂKI:Son derece edepli, takva sahibi, aynı zamanda da mütevazı olup, fakirliğin verdiği her türlü sıkıntıya katlanmış bu mübarek Hanımefendi temiz ahlakı ile tüm İslam kadınlarına çok güzel bir örnek olmuştur.BAZI ÖZELLİKLERİ: İslam’a ilk giren hanım sahabîlerdendir. İbn İshak’a göre 18. Müslüman’dır. Hz. Esma (r.anha) cömertliğin numûnesiydi. Yaşlanıp da hastalandığı zaman, bütün köle ve cariyelerini azâd etmişti. Sağlam itikatlı, güvenilir, takva yönünden üstün bir hanımefendi idi. Birçok insan ona gelip kendisinden hayır dua isterlerdi. Özellikle sıkıntıda ve hasta olanlar gelirlerdi. Sıtmaya yakalanmış kadınlar gelip dua etmesini isterlerdi. Hz. Esma’da bunların göğüslerine biraz su serper, kendilerine dua ederdi ve buyururdu ki: “Zatı Risaletpenahilerinden duydum ki buyurdular: “Sıtmanın harareti cehennem ateşinden bir nümûnedir. Bu sıkıntıyı serin su giderir.” Hz. Esma, ilk Hacc ettiği zaman Resûlullah’ın (aleyhissalatu vesselam) maiyeti saadetlerinde Hacc etmişti. Hz. Esma elinde avucunda bir şey bırakmaz, tasadduk ederdi. “Hz. Âişe’nin bıraktığı mallar meyanında bir orman vardı. Bu orman, Hz. Âişe’nin ablası Hz. Esma’ya isabet etmişti. Muaviye, burasını 100.000 Dirhem mukabilinde teberrüken satın aldığından Hz. Esma bu mühim parayı aziz dostları arasında dağıtmıştı.” Hz. Esma’da kız kardeşi Hz. Âişe (r.anha) gibi cömertliği ile tanınıyordu. İbni Zübeyr diyor ki: “Bu iki kız kardeşten fazla cömert ve âlicenab bir kimse görmedim.” Hicretten sonraki ilk doğumu Hz. Esma (r.anha) yapmıştır. HAYATI:Hz. Esma Hicretten 27 sene önce Mekke’de dünyaya gelmiştir. Hz. Esma, Hz. Âişe (r.anha) Validemizin anne ayrı baba bir üvey kız kardeşi, Abdullah bin Ebu Bekir’in ise öz kız kardeşiydi. Efendimiz’in (aleyhissalatu vesselam) halasının oğlu Zübeyr İbnu’l-Avvam ile evlenmiş ve bu evlilikten; Abdullah, Urve, Münzer, Asım, Muhacir, Haticetü’l-Kübra, Ümmü Muhsin ve Âişe adında çocukları dünyaya gelmiştir.Bir Tevekkül ve Metanet ÖrneğiHz. Ebû Bekir (aleyhissalatu vesselam) hicret yolculuğuna çıkarken; “Belki yolda gerekebilir” diye beş altı bin dirhem tutarındaki parasını da yanına almıştı. O Peygamberimiz’le (aleyhissalatu vesselam) birlikte yola çıktıktan sonra, o sıralarda henüz Müslüman olmamış, gözleri görmeyen babası Ebû Kuhâfe, teselli için torunlarının yanına geldi, oflanıp sızlanarak: “Ebû Bekir gitmekle size bir sıkıntı verdi zannederim. Bütün parayı alıp götürmüşse, ikinci bir sıkıntı daha yüklemiş olur” dedi. Esma (r.anha) şöyle söylüyor: “Ben; ‘Hayır dede, babam onların hepsini bırakıp gitti!’ dedim. Bunu söyledikten sonra gittim, küçük küçük taşları toplayarak babamın paralarını koyduğu evdeki dolaba yerleştirdim ve ‘Dedemin gözleri görmediğinden, eliyle yokladığında bunu dirhem dolu zannetsin’ diye de üzerine bir bez örttüm. Dedemin elini o bezin üzerine koydum. Bunun üzerine dedem: “Bunu iyi etmiş, hiç olmazsa geçiminize bir çare olur” dedi. Hâlbuki babam hiçbir şey bırakmamıştı. Ama ben dedemi teselli için böyle yaptım. Hiç olmazsa böylece biraz rahatlamış olurdu.Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam) Hz. Ebû Bekir radıyallahu anh ile birlikte hicret edip Medine’ye varınca, Hz. Zeyd radıyallahu anh’ı gönderip ailelerini ve çocuklarını alıp gelmelerini istemişti. Onlarla birlikte Hz. Esma’da (r.anha) geldi. Kuba’ya ulaştığında oğlu Abdullah doğdu. Hicretten sonra ilk doğumu o yaptı. O devrin genel yoksulluğu, yıkıntıları, kıtlığı meşhurdur. Bununla birlikte o devir Müslümanlarının gayreti, zorluklara karşı direnme gücü, kahramanlık ve metaneti dillerde destan olmuştur. Buharî’de Hz. Esma’nın (r.anha) hayatı kendi dilinden şöyle anlatılmaktadır:“Ben Zübeyr (r.a) ile evlendiğimde onun ne malı mülkü, ne işini yürüten bir hizmetçisi, ne de su taşıyan bir deve ile binek olarak kullandığı attan başka bir eşyası vardı. Ben hayvanlar için ot vs. getiriyor, hurma çekirdeklerini öğütüp yem olarak yediriyordum. Suyu kendim doldurup getiriyor, evin her işini kendim yapıyordum. Bu kadar işin içinde bana en zor geleni ise atın işleri idi… Ekmek pişirmesini pek beceremiyordum. Hamur yoğurup Ensâr’dan komşu kadınlara götürüyordum. Onlar çok iyi, içten, samimi kadınlardı; benim ekmeğimi de pişiriyorlardı. Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam) Medine’ye gelince Zübeyr’e iki mil uzaklıkta bir parça arazi verdi. Ben oradan başımın üzerinde seleyle hurma çekirdeği taşırdım. Bir gün bu şekilde gelirken yolda Resulullah’la (aleyhissalatu vesselam) karşılaştım. Deveye binmişti ve yanında Ensâr’dan bir grup vardı. Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) beni görünce devesini durdurdu ve binmem için onu çöktürdü. Erkeklerin arasında gitmekten utandım. Peygamberimiz (aleyhissalatu vesselam) benim davranış biçimimden, deveye binmekten utandığımı anladı ve gitti. Ben de eve geldim. Zübeyr’e hadiseyi anlattım; Peygamberimiz‘le (aleyhissalatu vesselam) karşılaştığımı, onun buyruğunu, utandığımı, kendisinin de gayrete gelip kıskanacağını düşündüğümü söyledim. Zübeyr (r.a) dedi ki: “Yemin ederim ki, senin hurma çekirdeklerini başının üstünde getirmen bana ondan daha ağırdır.” –O günün şartlarında erkekler daha çok cihad ve din işleri ile uğraştıklarından ev işlerini tamamen kadınlar yükleniyordu- Bundan sonra babam Ebû Bekir (r.a) kendisine Peygamberimiz‘in (aleyhissalatu vesselam) gönderdiği hizmetçiyi bana verdi de hayvanlara bakmaktan kurtuldum.”” Buharî’deki Evlenme Bahsi’nde şöyle bir ilavede vardır: “Bu sayede o kadar rahatladım ki, kendimi esaretten kurtuluş sandım.”Hz. Esma (r.anha) mütevazı bir hayat yaşamıştır. Eşi Zübeyr bin Avvam (r.a) önceleri varlıklı olmadığından Hz. Esma’nın biraz daha iktisatlı davranması gerekiyordu. Bunun içinde hesabını çok iyi bilirdi. Bunu öğrenen Peygamberimiz Hz. Muhammed (aleyhissalatu vesselam): “Her şeyi böyle ölçüye tartıya vurarak sarf etme; sen böyle yaparsan Hak Teâlâ’da bunun masrafı bu kadardır diye senin rızkını azaltır. O kadar verir” buyurdular. Hz. Esma, Efendimiz’in (aleyhissalatu vesselam) bu tavsiyesine uymuş ve bu âdetini bırakmıştır. Hz. Esma’nın yanında Hz. Peygamber’in (aleyhissalatu vesselam) bir hırkası vardı. Bu hırkayı Peygamberimiz Hz. Âişe’ye vermişti. Hz. Âişe’de vefatında Hz. Esma’ya vermiştir. Hz. Esma hastalandığı zaman bu hırkayı suya daldırıp bunun suyunu içerdi. Bazen bu sudan hastalara da içirirdi.Hz. Esma Resûlullah’den (aleyhissalatu vesselam) 58 hadis rivayet etmiştir.Esma (r.anha), gözleri kör oluncaya kadar uzun bir ömür sürmüştür. Yüz yaşına vardığı halde ne dişleri dökülmüş ne de onda bunama eserleri görülmüştü. Oğlu Abdullah İbnu’z-Zübeyr şehit olduktan on gün sonra; 110 yaşında iken, tek bir dişi bile dökülmeden ve en ufak bir bunama emaresi göstermeden Rabbine yürümüştür. Sadece gözleri görmüyordu, vücudu sağlam ve sıhhati de yerindeydi. Mekke’de vefat etmiştir. Vefat ettiğinde Hicretin 73. yılıydı.HAKKINDAKİ ÂYETLER: “Allah sizi, din hakkında sizinle savaşmayan ve sizi yurtlarınızdan çıkarmayan kimselere iyilik etmekten, onlara adaletli davranmaktan menetmez. Çünkü Allah adalet yapanları sever.” (Mümtehine, 60/8) Nitekim bu âyetin nüzul sebebinin Hz. Esma ile ilgili olduğunu yine Hz. Esma’nın bir rivayetinden anlıyoruz: Hz. Ebu Bekir’in kızı ve Zübeyr’in (r.anhüma) karısı Esma Zatu’n-nitakeyn’den (r.anha) yapılan bir rivayette o, şöyle demiştir: “Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) andlaşma yaptıktan sonra müşrike olarak Kureyş’in koruması altında bulunan annem beni arzu ederek görmeye gelmişti. “Onunla ilgilenip iltifat göstereyim mi?” diye Resûlullah’a sordum. Bunun üzerine Allah Teâlâ bu ayeti indirdi ve Resûlullah’da (aleyhissalatu vesselam) bana “Evet ona sıla et yani alakadar ol, iltifat ve ihsan eyle” buyurdu.”HAKKINDAKİ HADİSLER: et-Taberânî, hicret hakkında Esma Binti Ebû Bekir’den şöyle rivayet eder: “Resûlullah (aleyhissalatu vesselam), Mekke’de iken bize her gün biri sabah biri akşam vakti olmak üzere iki defa gelirdi. Hicret edeceği gün ise öğle vakti geldi. Ben babam Ebû Bekir’e (r.a) dedim ki: “Babacığım, bak Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) başını sarmış bize geliyor! Hâlbuki bu saatte bize gelmezdi!” Ebû Bekir (r.a) dedi ki: “Anam babam onun yoluna fedâ olsun! Vallahi önemli bir iş O’nu bu saatte gelmeye sevk etmiştir!” Hz. Âişe (r.anha) der ki: “Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)geldi, içeri girmek için izin istedi, Ebû Bekir (r.a) izin verince girdi. Hz. Ebû Bekir oturduğu sedirden kenara çekilerek Resûlullah’a (aleyhissalatu vesselam) yer verdi. Efendimiz (aleyhissalatu vesselam) Ebû Bekir’e (r.a): “Yanındakileri dışarı çıkar!” buyurdu. Ebû Bekir (r.a): “Bunlar –yani Âişe ve Esma– senin aile halkındır” dedi. Bunun üzerine Resulullah buyurdular ki: “Hicret ederek Mekke’den çıkmama izin verildi!” Ebû Bekir (r.a) dedi ki: “Ey Allah’ın Resûlü! Anam babam senin yoluna fedâ olsun, sana yol arkadaşı olmamı mı istiyorsun?” Resûlullah (aleyhissalatu vesselam): “Evet!” diye cevap buyurdular. Hz. Âişe radıyallahu anha der ki: “Ebû Bekir (r.a) ağlamaya başladığını gördüm. Bir kişinin sevinçten ağlayacağını hiç düşünmemiştim.” Daha sonra Ebû Bekir (r.a) şöyle dedi: “Anam babam senin yoluna fedâ olsun, şu iki binek hayvanımdan birini kendine al!” Resûlullah (aleyhissalatu vesselam): “Hayır, ancak ücretini almayı kabul edersen alabilirim!” Bineğinin bedelini ödeyerek almak istemesinin sebebi şuydu: Resûl-i Ekrem (aleyhissalatu vesselam), Allah (c.c) yolunda yapacağı hicretin faziletinin mükemmel olmasını arzu ettiğinden, bu hicretin canı ve malıyla yerine getirilen bir ibadet olmasını istiyordu. Hz. Âişe der ki: “En hızlı şekilde onların yol hazırlıklarını yaptık. Yol azığı hazırlayıp torbalarına koyduk.” el-Vâkıdî’nin rivayetinde şu ilaveler vardır: “Azık torbalarında pişmiş bir koç vardı. Esma (r.anha) kuşağından bir parça keserek torbanın ağzını bağladı. Bundan dolayı kendisine “İki Kuşaklı” diye isim verildi.” “Esma’nın boynunda bir ur vardı. Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) ona eliyle dokunup: “Allah’ım onu, ur’un kötülüğünden ve zararından koru” buyurmuşlardır.” Hz. Âişe (r.anha) anlatıyor: “Esma Bintu Ebî Bekir (r.anha), üzerinde ince bir elbise olduğu halde Resûlullah'ın (aleyhissalatu vesselam) huzuruna girmişti. Aleyhissalatu vesselam, ondan yönünü ters istikamete çevirdi ve: "Ey Esma! Kadın hayız yaşına girdi mi ondan sadece şunun ve şunun dışında hiçbir yerinin görünmesi caiz değildir!" dedi ve yüzü ile ellerini işaret etti.” [Ebu Davud, Libas 34, (4104).] Esma Bintu Ebî Bekir anlatıyor: “Mekke'de Abdullah İbnu Zübeyr'e (aleyhissalatu vesselam) hamile kalmıştım. Doğum yaklaşmıştı ki, Mekke'yi terk ettim ve Medine'ye geldim, Kuba'ya indim. Abdullah'ı orada dünyaya getirdim. Doğunca, bebeği alıp Resûlullah'a (aleyhissalatu vesselam) götürdüm, kucağına bıraktım. Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) bir hurma istedi, ağzında çiğneyerek ezdikten sonra, tükrüğünden çocuğun ağzına bıraktı. Abdullah'ın midesine ilk inen şey Resulullah'ın (aleyhissalatu vesselam) mübarek tükrükleri idi. Sonra (yumuşattığı o) hurma ile çocuğun damağını oğdu, hakkında bereketle dua etti ve Abdullah ismini verdi. Müslüman aileden ilk doğan çocuk bu idi. (Medine'de bütün Müslümanlar) onun doğumuna çok sevindiler. Çünkü "Yahudiler size sihir yaptılar, asla doğum yapamayacaksınız" diye bir şayia çıkarılmıştı." [Buhari, Menâkibu'l-Ensar 45, Akika 1; Müslim, Adab 26, (2146).] Esma Bintu Ebî Bekr (r.anha) anlatıyor: Henüz müşrik olan annem yanıma geldi. (Nasıl davranmam gerekeceği hususunda) Hz. Peygamber'den (aleyhissalatu vesselam) sorarak: "Annem yanıma geldi, benimle (görüşüp konuşmak) arzu ediyor, anneme iyi davranayım mı?" dedim. "Evet" dedi, ona gereken hürmeti göster" [Buhari, Hibe 28, Edeb 8; Müslim, Zekât 50 (1003); Ebu Davud, Zekât, 34, (1668).] Esma (r.anha) şöyle rivayet eder: “Resûlullah’a (aleyhissalatu vesselam): “Ey Allah’ın Resulü! Kocam Zübeyr’in eve getirdiğinden başka benim bir malım yok; acaba bundan az miktarda bir şey infak etsem bana bir günah olur mu?” dedim. Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: “Mümkün olduğunca seni sıkıntıya sokmayacak kadar ver ki Allah Teâlâ da seni sıkıntıya sokmasın!” Esma (r.anha) anlatıyor: “Bir gün, Peygamber Efendimizin Benî Nadir topraklarından Ebû Seleme ile Zübeyr’e tahsis ettiği arazide bulunuyordum. Zübeyr, Allah Resûlü ile birlikte çıkmıştı. Yahudi bir komşumuz vardı. Koyun kesmiş ve pişirmişti. Etin kokusunu almıştım ve canım eti çok çekmişti. O zaman kızım Hatice’ye hamile idim. Dayanamadım, “Belki bana da ikram eder” diyerek, ateş almak bahanesi ile yahudinin karısına gittim. Doğrusu ateşe ihtiyacım yoktu. Etin kokusunu yakından alıp kendisini de görünce isteğim iyice kabardı. Aldığım ateşi söndürdüm. Gittim tekrar ateş istedim. Sonra üçüncü bir kez daha ateş istedim. Daha sonra oturdum; hem ağlıyor hem de Allah’a dua ediyordum. O arada, Yahudi kadının kocası gelmiş. Karısına, “Yanınıza kimse geldi mi?” diye sormuş. Kadın, “Bir Arap kadın geldi, ateş istedi” demiş. Adam, “O kadına bu etten göndermedikçe bir lokma almayacağım” karşılığını vermiş. Bunun üzerine, bana bir kepçe et gönderdiler. O kadar memnun kalmıştım ki, yeryüzünde hiçbir şey beni o birkaç lokmalık etten daha fazla sevindiremezdi.” Ebu Nevfel anlatıyor: “Abdullah İbnu'z-Zübeyr'i (r.a.) (Mekke'deki) Akabetü'l-Medine (denilen yerde) (asılmış) gördüm. Kureyş ve diğer halk onun yanına gelmeye başlamıştı. Derken Abdullah İbnu Ömer'de (r.a.) geldi. Yanında durdu, "es- Selamu aleyke ey Ebu Hubeyb!" dedi ve bu selamı üç kere tekrar etti. Sonra sözlerine devamla (üç kere de) "Vallahi seni bu işten men etmiştim (ama beni dinlemedin)" deyip şunları söyledi: "Vallahi, benim bildiğime göre sen, çok oruç tutan, çok namaz kılan, yakınlara çokça yardımcı olan bir kimseydin. Vallahi, en kötüsü sen olan bir ümmet mutlaka en hayırlı bir ümmettir!" Haccac'a, Abdullah İbnu Ömer'in (r.a) İbnu'z-Zübeyr karşısındaki tavrı ve söylediği bu sözleri ulaştı. Derhal adam göndererek İbnu'z-Zübeyr'in cesedini asılı olduğu kütükten indirtip, Yahudilerin kabirlerine attırdı. Sonra annesi Esma Bintu Ebi Bekr’i de bir adam gönderip çağırttı. Fakat kadıncağız gitmekten imtina etti. Haccac ikinci bir elçi daha gönderdi ve: "Ya bana kendi rızanla gelirsin ya da, sana saç örgülerinden sürüyerek getirecek birisini gönderirim!" dedi. Esma yine imtina edip: "Sen, örgülerimden tutup beni sürükleyecek birini gönderinceye kadar vallahi gelmeyeceğim!" dedi. Haccac: "Bana ayakkabılarımı gösterin!" dedi. Papuçlarını alıp, çalımla koşup Esma'nın yanına girdi. "Allah düşmanına ne yaptığımı gördün mü?" dedi. "Ona dünyasını berbat ettiğini, onun da senin ahiretini berbat ettiğini gördüm. Bana ulaştığına göre ona: "Ey iki kuşaklının oğlu" demişsin. Vallahi iki kuşaklı benim. Onlardan biriyle ben Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) ve Ebu Bekr'in (hicret sırasındaki) yiyeceklerini bağladım. Diğeri de, kadının belinden ayırmadığı kuşağıdır. Şunu ilave edeyim ki, Resûlullah (s.a.s) bana: "Sakifte bir yalancı, bir de zalim var!" demişti. Yalancıyı gördük. Zalime gelince; bunun da ancak sen olacağını zannediyorum!" dedi. Haccac, hiç cevap vermeden yanından ayrıldı. [Müslim, Fezailu's-Sahabe 229, (2546).] [Rezin şu ilavede bulundu: "Haccac (bilahare) demiş ki: "Ben Esma'nın yanına onu üzmek için girmiştim, ama o beni üzdü."]HAKKINDA SÖYLENENLER: “Allah senin bu kuşağın yerine sana cennette iki kuşak verecektir” Hz. Muhammed (s.a.s) “Hz. Âişe ve kardeşi Esma’dan (r.anhünne) daha cömert kadın görmedim. Onların cömertlik tarzı birbirinden farklıydı. Hz. Âişe azar azar biriktirirdi, çoğalınca da fakirlere dağıtırdı. Esma da yarına birşey bırakmaz, hemen ihtiyaç sahiplerine infak ederdi.” Oğlu Abdullah bin Zübeyr (r.a) “Sen ne mübarek bir annesin. Senin ne mübarek hasletlerin var.” Oğlu Abdullah bin Zübeyr (r.a)SÖZLERİNDEN SEÇTİKLERİMİZ: Hayır yolunda harcayıp sadaka verin. Lütuf beklemeyin, çünkü lütuf beklerseniz, hiçbir şeyi lütfetmezsiniz. Eğer sadaka verirseniz, onun kaybolduğunu görmezsiniz. Abdullah, sen kendini daha iyi bilirsin… Eğer hak yolda olduğuna inanıyorsan ve Hakk’a davet ediyorsan senin sancağının altında öldürülen arkadaşlarının sabrettiği gibi sen de sabret ve savaş… Kişinin ölümden sonra korkacağı bir şey yoktur. Ölü koyuna derisinin yüzülmesi acı vermez. Allah’a yemin ederim ki izzet ve itibar ile kılıç yemek, zillet ve alçaklıkla kırbaç yemekten hayırlıdır. Yâ Rabbi ben biliyorum ki günahkârım, ama senin mağfiretin daha büyüktür.KAYNAKLAR1- Elmalılı M. Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili, Feza Gazetecilik, İstanbul, 1992, VII.2- Abdulaziz eş-Şennavi, Sahabe Hayatından Tablolar (Hanım Sahabeler), trc. Tâceddin Uzun, Uysal Kitabevi, Ankara, 1991.3- Ahmed Nedvî-Said Sahib Ensarî, Asr-ı Saadet, trc. Ali Genceli, Şâmil Yayınevi, İstanbul, 1985, I.4- İbnu Deybe, Teysiru'l-Vüsûl ilâ Câmii'l-Usûl, trc. İbrahim Canan, Akçağ Yayınevi, İstanbul, 1993, I. 5- İbnu Deybe, Teysiru'l-Vüsûl ilâ Câmii'l-Usûl, trc. İbrahim Canan, Akçağ Yayınevi, İstanbul, 1993, XIII. 6- İbnu Deybe, Teysiru'l-Vüsûl ilâ Câmii'l-Usûl, trc. İbrahim Canan, Akçağ Yayınevi, İstanbul, 1993, XIV. 7- İmam Gazâlî, Mükâşefetü’l-Kulûb, trc. Ali Kaya, Semerkand, İstanbul, 2008. 8- Mevlanâ Niyaz, Kadın Sahabiler, trc. Ali Genceli, Toker Yayınları, İstanbul, 1971.9- İbnu Hacer el-Askalânî, el-İsabe Seçkin Sahabeler, trc. Seyfullah Erdoğmuş, Sağlam Yayınevi, İstanbul, 2008. 10- Mevlânâ Şiblî, Asr-ı Saadet, trc. Ömer Rıza Doğrul, Eser Neşriyat, İstanbul, 1977, II.11- Mevlânâ Şiblî, Asr-ı Saadet, trc. Ömer Rıza Doğrul, Eser Neşriyat, İstanbul, 1978, III. 12- Zekeriya Kandehlevî, Fezâil-i Âmâl, trc. Yusuf Karaca, Risale, İstanbul, 2009. 13- H. Mehmed Zihni Efendi, Meşâhîru’n-Nisâ, sdl. Bedreddin Çetiner, Şâmil Yayınevi, İstanbul, 1982, I.14- M. Yusuf Kandehlevî, Hayatu’s-Sahabe Muhtasar, hzl. Ömer Lütfi Erdal, Işık Yayınları, İstanbul, 2006, I.15- M. Yusuf Kandehlevî, Hayatu’s-Sahabe Muhtasar, hzl. Ömer Lütfi Erdal, Işık Yayınları, İstanbul, 2006, II.16- İbn Hazm, Cevâmiu's-Sîre, trc. M. Salih Arı, Çıra Yayınları, İstanbul, 2004. | |
| | | Muhamed Dolaku Antar-aktiv
Numri i postimeve : 3478 Data e regjistrimit : 16/09/2011 Mosha : 78 Nacionaliteti-Sheti : R e Kosovës, Mitrovicë
| Titulli: Re: Hanım Sahabîler Tue 29 Nov 2011 - 21:58 | |
| HZ. ESMÂ BİNTİ UMEYS (R.ANHA)“İnsanların hicreti tek iken senin hicretin ikidir.” Hz. Muhammed Sallallahu Aleyhi ve Sellem BABASI:Umeys bin Ma'dANNESİ:Hind (Havle) Binti Avf. NESEBİ:Esmâ Binti Umeys bin Ma’d bin El-Haris bin Teym bin Kab bin Malik bin Kuhafe bin Amir bin Rebia bin Ganim bin Muaviye bin Zeyd el-Has’amiyye. BAZI ÖZELLİKLERİ: Habeşistan’a ve Medine’ye olmak üzere iki hicretlerinden dolayı, Resulullah’ın övgüsüne mazhar olan iki hicret sahibi kadınlardandır… Cenazenin tabutta taşınması hakkında ilk malumatı veren Hz. Esmâ Binti Umeys radıyallahu anha’dır. Hz. Esmâ Habeşistan’da iken hıristiyanların cesedi nasıl taşıdıklarına şahit olmuştu. Bunu daha sonra Hz. Fâtımâ radıyallahu anha Validemize anlatmıştı. Bu uygulama ilk olarak Hz. Esmâ’nın tavsiyesi ve Hz. Fâtımâ’nın vasiyetiyle Hz. Fâtımâ’nın cenazesinden itibaren kullanılmaya başlanmıştı. Şimdilik bu kadarıyla iktifa ediyoruz. Bu konudaki ayrıntılı bilgi “Hakkındaki Hadisler”de geçecektir. Üç büyük sahabeye yani Hz. Cafer, Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ali radıyallahu anhüma’ya hanımlık yapma şerefine nail olmuştur. Enişte yönünden herkesten şerefli olduğu söylenmiştir. Çünkü kız kardeşlerinden Hz. Meymune Bintu’l-Haris Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in, Ümmü Fadl Hz. Abbas’ın ve Selma Binti Umeys ise Hz. Hamza’nın hanımları idi. Metaneti ve sabrı çok üst seviyelerdeydi. Buna örnek olarak El-İsabe’de şöyle bir vakıa geçmektedir: “Oğlu Muhammed’in Mısır’da öldürüldüğü haberi kendisine ulaşınca evinin mescidinde ikamet etmeye başladı ve öfkesini yuttu. Öyle ki göğsünden kan gelmeye başladı.” Hz. Esmâ rüya tabirinde de bilgi sahibiydi. Nitekim Hz. Ömer çok kere kendisine gider, rüyalarını ona anlatır ve tabir ettirirdi. HAYATI HAKKINDA KISA KISA:Hz. Esmâ radıyallahu anha, Efendimiz aleyhissalatu vesselamın “mü’min kız kardeşler” diye övgüsüne mazhar olan meşhur hanım sahabelerdendir. 10 veya bir rivayete göre 9 kız kardeşlerdi. Efendimiz aleyhissalatu vesselamın bu övgüsünü alan Hz. Esmâ’nın diğer kız kardeşleri ise yukarıda geçmişti. Hz. Esmâ radıyallahu anha ilk Müslümanlardandır. Efendimiz aleyhissalatu vesselam İslam'ı ilk yaymaya çalıştığı sıralarda müşriklerden yana pek çok sıkıntı çekmiştir. Peygamberimiz Ashabı ile bir araya geldiklerinde müşrikler onları sürekli rahatsız ediyorlardı. Efendimiz aleyhissalatu vesselam ve Ashabı, müşriklerin tacizlerine maruz kalmamak için daha sakin bir yer olan Safa Tepesindeki İbni Erkam'ın evini toplantı yapmak maksadıyla kullanmaya başlamışlardı. İşte daha olaylar bu raddeye gelmeden önce Hz. Esmâ Müslüman olma şerefine nail olmuştur. Kendisinden sonra da eşi Hz. Cafer radıyallahu anh Müslüman olmuştur. Müşriklerin işkencelerine dayanamayan mü’minler Peygamberimizin emri ile Habeşistan’a hicret etmişlerdi. Mü’minler Habeşistan’a iki defa hicret etmişlerdi. Hz. Esmâ ve eşi Hz. Cafer bu ikinci hicrete katılmışlardır. Hz. Cafer’de kafilenin başındaydı. Habeşistan’da iken Hz. Esmâ ve Hz. Cafer’in üç çocuğu dünyaya gelmiştir. Bunlar; Muhammed, Abdullah ve Avn’dır. Habeşistan’da birkaç sene kaldıktan sonra Hicri yedinci yılda Medine’ye hicret ettiler. Efendimiz aleyhissalatu vesselam Habeşistan’da bulunan muhacirleri göndermesi için Necaşi’ye Amr İbn Umeyye ed-Damri’yi göndermiştir. Sonra elli iki kişilik bir kafile bir gemiye binip Medine’ye döndüler ve Efendimiz aleyhissalatu vesselam bu sürpriz karşısında çok sevindi. Nitekim Hayber yeni fethedilmişti. Efendimiz: “Hayber’in fethine mi, yoksa Ca’fer’in gelişine mi hangisine sevineyim bilemiyorum?” buyurmuştu.Hz. Cafer radıyallahu anh hicrî sekizinci yılda Mute savaşında şehit düşmüştü. Hz. Esmâ'nın eşi Cafer'in şehit olduğundan henüz haberi yoktu. Çocuklarını yıkayıp güzel kokular sürmüştü ki Efendimiz aleyhissalatu vesselam geldi ve: "Ey Esmâ! Cafer'in oğulları nerede?" diye sordu. Hz. Esmâ çocukları getirdi. Peygamberimiz çocukları bağrına basıp, öpüp kokladı ve dayanamayarak ağlamaya başladı. Hz. Esmâ bu manzarayı görünce bir şeyler olduğunu anladı ve: "Ya Resûlallah! Anam babam sana feda olsun! Sen niçin ağlıyorsun? Yoksa Cafer ve arkadaşlarından sana acı bir haber mi erişti?" diye sorunca, Efendimiz aleyhissalatu vesselam: "Evet, onlar bugün şehit oldular!" buyurdu. Hz. Esmâ bu sözleri duyunca birden feryat kopardı ve ağlamaya başladı. Bunun üzerine Efendimiz aleyhissalatu vesselam şöyle buyurdu: “Ey Esma! Ağzından uygunsuz ve kaba bir söz kaçırma ve göğsünü de dövme!” Peygamberimiz aleyhissalatu vesselam, Hz. Cafer radıyallahu anh’ın şehit olduğu haberini Esma Binti Umeys’e bildirdikten sonra hanesine gidip zevcelerine: “Cafer ailesi için yemek yapmayı ihmal etmeyiniz” buyurmuştur. Bunun üzerine üç gün boyunca Hz. Cafer radıyallahu anh’ın ev halkına yemek verilmiştir. İslam tarihinde ölü evine yemek verilmesi ilk kez o zaman gerçekleşmiştir. Hz. Ebû Bekir ile EvliliğiResulullah aleyhissalatu vesselam, dul kalan Esmâ Binti Umeys’i Huneyn gazvesi sıralarında, hicri 8. yılda Hz. Cafer’in şehadetinden 6 ay kadar sonra Hz. Ebu Bekir ile evlendirdi. Hz. Esmâ, Resûl-i Ekrem aleyhissalatu vesselamın hanımlarıyla birlikte veda haccında bulunmuştu. Esmâ radıyallahu anha’nın bu sırada doğum sancısı tuttu ve el-Beyda mevkiinde Muhammed İbn Ebi Bekr’i dünyaya getirdi. Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellemin en yakın arkadaşı olan Hz. Ebu Bekir radıyallahu anh’ın ölümü yaklaşınca kendisini, hanımı Esmâ Binti Umeys’in yıkamasını vasiyet etti. Hz. Esmâ bu vasiyeti yerine getirmiştir.Hz. Ali ile EvliliğiDaha sonra Esmâ Binti Umeys, Hz. Ali radıyallahu anh ile evlenmiştir. O zaman Hz. Esmâ’nın Hz. Ebû Bekir’den doğan çocuğu Muhammed İbni Ebî Bekir üç yaşlarında idi. Muhammed, Hz. Ali’nin yanında yetişmiş, onun terbiyesini almıştır. Hz. Ali ile yaptığı bu evlilikten de Yahya meydana gelmiştir. Bir gün Hz. Cafer’in oğlu Muhammed İbni Cafer ile Hz. Ebû Bekir’in oğlu Muhammed İbni Ebû Bekir söz yarıştırıyorlardı. Birbirlerine: “Benim babam senin babandan daha üstündü…” diye sözler söyleyip üstünlük yarışına girişmişlerdi. Bu sırada Hz. Ali radıyallahu anh, Hz. Esmâ’ya: “Aralarında hükmünü ver” dedi. Hz. Esmâ radıyallahu anha Hz. Cafer’in oğluna: “Yavrum! Araplar arasında senin babandan daha faziletli genç birini görmedim” dedi. Ebû Bekir’in oğluna dönerek: “Yavrum! Araplar arasında senin babandan daha olgun birisini görmedim” dedi.Hz. Ali bunun üzerine: “Bize bir şey bırakmadın. Bundan başka bir şey söyleseydin, sana kızardım” dedi. Hz. Esmâ ise: “Vallahi sen o üç iyi kişinin en güzelisin” diyerek eşi Hz. Ali’nin gönlünü almıştır.Hicretin kırkıncı yılında eşi Hz. Ali radıyallahu anh’ın şehit edilmesinden kısa bir müddet sonra da Hz. Esmâ radıyallahu anha vefat etmiştir.HAKKINDAKİ HADİSLER: Ebû Mûsâ radıyallahu anh anlatıyor: “Biz Yemen’de iken, Nebî’nin peygamber olarak gönderilmesi (ve Medine’ye hicret ettiği) haberini aldık. Bunun üzerine ben, Ebû Bürde ve Ebû Rühm adlı iki kardeşlerim –ki en küçükleri ben idim- ve kavmimizden elli üç yahut elli iki kişinin refakatinde Allah Resûlünün yanına hicret etmek üzere yola çıktık. Bir gemiye bindik. Olumsuz hava şartları nedeniyle, gemimizin kaptanı bizi Habeş kralı Necâşî’nin memleketine bıraktı. Burada Ca’fer b. Ebî Tâlib radıyallahu anh’e rastladık. Bir müddet Habeşistan’da birlikte kaldık. Sonra, hep beraber Medine’ye geldik. Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi ve selleme vardığımızda, Hayber henüz fethedilmemişti. Bazı Müslümanlar Habeşistan’dan gemi ile dönen bizler için, “Hicret şerefini elde etmede biz sizi geçtik” diyorlardı. Bir gün kocası Cafer ile birlikte Habeşistan’dan gelenlerden Esmâ Binti Umeys, Peygamberimizin hanımı ve Hazreti Ömer’in kızı olan Hafsaradıyallahu anha’yı ziyaret etmek üzere yanına geldi. Hafsa da, zamanında bir kafile içerisinde Necâşî’nin ülkesine hicret etmişti. O arada Ömer de Hafsa’nın yanına girdi. Esmâ’yı görünce kızına: “Bu kadın kimdir?” diye sordu. “Esmâ Binti Umeys” dedi. “Habeş’e hicret eden, deniz yolculuğu yapan bu mu?” dedi. Esmâ kendisi cevap vererek: “Evet” dedi. Ömer: “Hicrette biz sizi geçtik, biz Allah Resûlüne sizden daha yakınız” dedi. Esmâ, Ömer’in sözlerinden dolayı alındı ve: “Hiç de öyle değil. Vallahi siz Resûlullah ile beraberken o, açlarınızı doyuruyor, cahil olanlarınıza nasihat ediyordu. Biz ise uzak bir memlekette olan Habeşistan’da, bizlere kin ve nefret duyulan bir yerde bulunuyorduk. Bütün bunlara, Allah ve Resûlünün rızası için katlanıyorduk. Allah’a yemin ederim ki, söylediklerini Peygamberimize aktarıncaya ve durumu ona soruncaya kadar ne bir lokma yiyeceğim, ne de bir yudum su içeceğim. Vallahi ne yalan söyleyeceğim, ne de yalana teşebbüs edeceğim, söylediklerine bir şey de ilave etmeyeceğim!” dedi. Tam o esnada Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem geldi. Esmâ: “Yâ Resûlallah, az evvel Ömer şöyle şöyle dedi!” diyerek Ömer’in söylediklerini nakletti. Allah Resûlü: “Peki, sen ona ne cevap verdin?” buyurdu. “Ben de şöyle şöyle söyledim” dedim. Bunun üzerine Allah Resûlü: “Ömer bana, sizden daha yakın değildir. Çünkü Ömer ve arkadaşları için bir hicret sevabı vardır. Hâlbuki siz ey gemiyle hicret edenler! Sizler için iki hicret sevabı vardır” buyurdu. Esmâ radıyallahu anha der ki: “Vallahi (bu vak’a duyulunca) baktım Ebû Mûsâ ve gemi ashabı gruplar halinde bana geliyor, olayı benden soruyorlardı. Gerçekten hiçbir dünya malı onların gönüllerinde, Resûlullah’ın kendileri hakkında söyledikleri bu müjdeli beyandan daha fazla sevinç ve daha fazla tesir hâsıl edemezdi.” İbni Esîr, Usdü’l-Gâbe Fadlü Fâtıma’da der ki: Fâtımâ-i Zehrâ’nın vefatı yaklaşınca kadın sahabelerden olup o zaman Hz. Ebû Bekir’in eşi bulunan Esmâ Binti Umeys radıyallahu anha ile Hz. Fâtımâ şöyle bir konuşma yaptılar: Hz. Fâtımâ-i Zehrâ dedi ki: “Ya Esmâ! Cenazelerin üzerine hani bir örtü örtüyorlar ya, işte o örtü, altındaki cenazenin bütün vücudunu gösteriyor, erkek mi kadın mı olduğu belli oluyor. Ben bu âdeti çok fena görüyorum ve hiç sevmiyorum.” Esmâ şöyle dedi: “Ey Peygamber’in kızı Fâtımâ! Ben Hz. Ali’nin kardeşi, ilk kocam, Câfer Tayyar radıyallahu anh ile beraber önce hicret ettiğimiz Habeşistan’da iken oralılar, cenazelerini şimdi sana tarif edip göstereceğim gibi kaldırıyorlardı.” Hz. Esmâ, budağından ve yaprağından soyulmuş, yaş, ne ince ve ne de kalın hurma dalları, sürgünleri istedi, getirdiler. Esmâ o dalları büküp büküp eğdi ve yay gibi yapıp uçlarını yere batırdı. Üzerine bir çarşaf attı ve örttü. Üzerine hasır örtülmüş muhacir arabaları gibi bir şey oldu. Hz. Fâtımâ radıyallahu anha bunu görünce çok memnun oldu ve dedi ki: “Yâ Esmâ! İşte bu usûl pek güzel ve iyi imiş. Bak yâ Esmâ! Ben sana vasiyet ediyorum. Ben ölünce tabutumu aynen böyle yap.” Hz. Aişe radıyallahu anha anlatıyor: “Esmâ Bintu Umeys, Muhammed İbnu Ebî Bekir’in doğumu sebebiyle Şecere nâm mevkide nifas olmuştu. Resûlullah aleyhissalatu vesselam, Hz. Ebû Bekir radıyallahu anh’ı görüp, kadına yıkanıp ihrama girmesini emretmesini söyledi.” Esmâ Bintu Ümeys radıyallahu anha Muhammed’i Beydâ’da doğurduğunu söylemiş, önceki hadisteki durumu aynen zikretmiştir. [Muvatta, Hacc 1, (1,322); Nesâî, Hacc 26, 5, 127.] Muvatta’nın bir başka rivayetinde şöyle denir: “(Esmâ..) Zülhuleyfe’de Muhammed’i doğurdu). Ebû Bekir radıyallahu anh ona yıkanmasını sonra da ihrâma girmesini emretti.” Nesâî, bir başka rivayette şu ziyadeyi ilave eder: “…sonra hacc için ihrama girmesini, Ka’be’yi tavaf hariç, herkesin yaptıklarını aynen yapmasını (emretti).” Yine Nesâî’nin bir başka rivayetinde (Esmâ) şöyle demiştir: “Resûlullah’a (birisini) göndererek: “Ne yapayım?” diye sordurdum. Bana: “Yıkan, (kan gelen kısma) sargı bağla, sonra da ihrama gir” haberini gönderdi.” Esmâ Bintu Umeys radıyallahu anha anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam bana: "Ne ile (barsaklarını) yumuşatıyorsun?" diye sordu. Ben: "Şübrüm ile!" dedim. "Hararet de hararet!" buyurdu. Bunun üzerine ben, sonra sena otunu müshil olarak kullandım. Resulullah aleyhissalatu vesselam (bunu öğrenince): "Eğer ölüme karşı şifa taşıyan bir şey olsaydı bu, mutlaka sena'da olurdu" buyurdu." Hz. Esmâ radıyallahu anha bir gün Resûlullah aleyhissalatu vesselama: “Yâ Resûlallah benim çocuklarıma çok nazar değiyor, onlara şifa niyetiyle başkasına okutayım mı?” diye sormuş. Efendimiz aleyhissalatu vesselam ise: “Evet, vallahi kaderin önüne geçen bir şey olsaydı bu göz değmesi olurdu" buyurmuştur. HAKKINDA SÖYLENENLER: “Allahımdan seni, önünden, arkandan, sağından ve solundan gelecek olan taşlanmış şeytandan korumasını diliyorum.” Hz. Muhammed aleyhissalatu vesselam SÖZLERİNDEN SEÇTİKLERİMİZ: Allah’ın doğru yola eriştirdiği kimse hak yoldadır. Kimi de saptırırsa artık ona doğru yola götürecek bir rehber bulamazsın. KAYNAKLAR1- Kütüb-i Sitte- c.4-Prof. Dr. İbrahim Canan-Akçağ Yayınevi-19932- Kütüb-i Sitte- c.11-Prof. Dr. İbrahim Canan-Akçağ Yayınevi-19933- Hayatu’s-Sahabe-c.1-M. Yusuf Kandehlevî-Işık Yayınları-İstanbul-20064- Gül’ün Gül’ü Fâtımâtü’z-Zehra-Hacı M. Cemal Öğüt-Mavi Yayıncılık-İstanbul-20065- Sahabe Hayatından Tablolar (Hanım Sahabeler)- Abdulaziz eş-Şennavi- Uysal Kitabevi-Ankara-19916- Rasulullah (s.a.v) Hakkında Bunları Biliyor muydunuz?-Salih Okur-Kayıhan-İstanbul-20097- Asr-ı Saadet-c.2-Ahmed Nedvi, Said Sahib Ensari-Şamil Yayınevi-İstanbul-19858- Kadın Sahabiler-Mevlanâ Niyaz-Toker Yayınları-İstanbul-19719- El-İsabe Seçkin Sahabeler-İbnu Hacer el-Askalânî-Sağlam Yayınevi-İstanbul-200810- Kâinatın Efendisi Peygamberimizin Hayatı-c.2-Salih Suruç-Feza Gazetecilik-İstanbul-199811- Hanım Sahabiler-Hümeyra Hub-Mehtap TV- http://www.serdengecti.org/sizinti/file.php?f=241812- Hanım Sahabîler-Havva Ergene Işık-Gül Yurdu Yayınları-İstanbul-2008 | |
| | | Muhamed Dolaku Antar-aktiv
Numri i postimeve : 3478 Data e regjistrimit : 16/09/2011 Mosha : 78 Nacionaliteti-Sheti : R e Kosovës, Mitrovicë
| Titulli: Re: Hanım Sahabîler Tue 29 Nov 2011 - 22:00 | |
| HZ. ESMÂ BİNTİ YEZÎD (R.ANHA)“Esmâ, hem din, hem de akıl bakımından her ikisi yönünden güzel evsafa malikdi.” İbni Abdü’l-Berr BABASI:Yezîd İbni es-Seken.NESEBİ:Esmâ Binti Yezîd, bin Es-Esken, bin Rafi’, bin İmriu’l-Kays, bin Zeyd, bin Abdileşhel, bin Cuşem, bin El-Haris el-Ensariye el-Evsiye el-Eşheliyye. KÜNYE VE LAKABLARI:Künyesi Ümm-i Seleme’dir.ŞEMAİLİ VE AHLÂKI:Dinî yönü kuvvetli, misafir ağırlamayı seven, akıllı ve cesur bir kadındı. BAZI ÖZELLİKLERİ:Ensar kadınlarının sözcüsüdür. Efendimiz aleyhissalatu vesselam’a bizzat gidip kadınlar adına sualler sormuştur.Resûlullah Efendimizin yanına her zaman gelir ve hizmetinde bulunurdu.HAYATI HAKKINDA KISA KISA:Hz. Esmâ Binti Yezîd radıyallahu anha’nın hayatı hakkında çok fazla malumatımız yok. Sadece birkaç hadis ve nazil olmasına vesile olduğu bir âyet bulunmaktadır. Bu âyet ve hadisler de onun hanım sahabeler arasında ne kadar önemli bir yeri olduğunu göstermektedir. Hicretten sonra Müslüman olmuş ve Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem’e biat etmiştir. Biat ettikten sonra: “Yâ Resûlallah, biz size biat ettik” der ve Efendimiz aleyhissalatu vesselam’ın elini tutmak ister. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ise: “Ben kadınların elini tutmam” buyurdular.Esmâ Binti Yezîd, Hz. Aişe’nin düğününde de bulunmuş ve Hz. Aişe radıyallahu anha Validemizin zifafa hazırlanmasına da yardım etmişti. Huzur-u saadete girdiklerinde Resûlullah Efendimiz aleyhissalatu vesselam’ın elinde bir kâse süt vardı. Önce bu sütten Peygamber Efendimiz bir miktar içmiş kalanını Aişe Validemize uzatmıştı. Ama Aişe Validemiz utancından sütü içememişti, işte tam bu esnada Esmâ Binti Yezîd: “Resûlullah’ın elinden onu al ve sakın onu geri çevirme” dedi. Bunun üzerine Hz. Aişe Validemiz sütü alıp bir miktar içmiş ve Resûl-i Zîşan sallallahu aleyhi ve sellem: “Arkadaşlarına da ver” buyurdu. Orada bulunanlar: “İştahımız yok” dediler fakat Allah Resûlü: “Açlık ve yalan, aynı yerde bir araya gelmez” buyurdular. Hz. Esmâ radıyallahu anha, Resûlullah aleyhissalatu vesselam’ın bu sözünü duyunca: “Yâ Resûlallah, iştahı olduğu halde bizden birisi, ‘İştahım yok!’ dediğinde, bu da yalan sayılır mı?” diye sormuş, Peygamberimiz: “Evet, yalan, yalan olarak kayda geçtiği gibi yalancık da yalancık olarak kaydedilir!” buyurmuşlardır.Hz. Esmâ, çok kere huzur-u saadete gelirdi. Bir ara yine gelmişti. Huzurda “deccal” meselesi bahis mevzuuydu. Herkes dinliyor. Bazıları hayret sesleri ile meselenin ehemmiyetini belirtiyorlardı. Zat-ı Saadetleri dışarı çıktılar az sonra dönüp geldiler. Mecliste hayret hali devam ediyordu. Esmâ da ağlıyordu, Resûlullah buyurdular ki: “Esmâ niçin ağlarsın?” Esmâ arz etti: “Yâ Resûlallah! Bizim cariyemiz hamur yoğuruyor, ekmek hazırlamak isterken aç olursak sabırsızlanıyoruz. Deccal zamanında böyle kıtlık olursa acaba ne yapacağız? Düşünüyorum da onun için ağlıyorum.” Efendimiz: “O gün tesbih ve tehlil (Lâ ilâhe illallah demek) sûretiyle açlığı önlemek mümkün. Âh çekmek feryat etmeğe lüzum yok. Ben o zaman hayatta olursam, sizin için bir kalkan vazifesi görürüm. Yoksa benden sonra Hak Teâlâ her Müslümanı kendisi koruyacaktır.” buyurdular.
Her zaman huzur-u saadete gelir ve Zât-ı Saadetlerinin hizmetini görürdü. Bir ara Hz. Esmâ, Zât-ı Saadetlerinin devesinin yularını tutuyordu, o sırada vahy nazil oldu. Hz. Esmâ anlatıyor: “O sıra vahy o kadar ağır idi ki, ben korktum, acaba devenin ön ve arka ayakları bu ağır yükün altında kırılmasın?Hz. Peygamber’den 81 hadis rivayet etmiştir. Vefatı hakkında net bir bilgiye sahip değiliz, fakat Yermük muharebesinde savaştığına dair bir rivayet var, bu rivayet “Hakkındaki Hadisler”de geçecek. Ayrıca el-İsabe’de Abd b. Humeyd’in bir rivayetinde Yermük savaşından sonra bir süre yaşadığı yazılıdır. Demek ki vefatı Yermük muharebesinden sonradır. HAKKINDAKİ AYETLER:“Boşanan kadınlar, kendi kendilerine üç aybaşı hali beklerler, eğer Allah’a ahiret gününe inanmışlarsa, rahimlerinde Allah’ın yarattığını gizlemeleri kendilerine helal değildir.” (Bakara Sûresi: 228) Ayet Hakkında Açıklama (Hadis): Esmâ Bintu Yezîd İbni’s-Seken el-Ensâriyye radıyallahu anha’nın anlattığına göre, “Esmâ, Resûlullah aleyhissalatu vesselam zamanında kocasından boşanmıştır. Ve o sıralarda boşanan kadın için henüz iddet bekleme hükmü yoktu. İşte bu sebeple, Esmâ boşanınca, Allah Teâlâ Hazretleri, boşanan için iddet bekleme emrini indirdi.” Rivayet, talakla ilgili ilk vahyin Esmâ Bintu Yezîd hakkında indiğini ifade etmektedir.HAKKINDAKİ HADİSLER:Esmâ Binti Yezîd el-Ensâriyye şöyle anlatır: “Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’e gittim ve ona şöyle dedim: “Ben arkamdaki tâbi’lerimin, kadın cemaatinin elçisiyim. Onlar dediğim gibi derler. Görüşlerimi beklerler. Onların haklarını istiyorum. Allah Teala Seni hak bir Peygamber olarak göndermiştir; erkek ve kadınlara.. Biz kadın olarak Sana inandık; tâbi’ olduk. Gerçek şu ki, bizim haklarımız kısılmakta.. Örtü içindeyiz; evlerimizin ortasındayız; erkeklerin keyiflerine mahkûmuz; çocuklarını karnımızda taşırız; onları doğurur ve sizin çocuklarınızı besleriz. Gerçekte erkekler cemaate gitmekle, cenazeleri kaldırmakla, cihad yapmakla = iâşeyi temin etmekle üstünlüğü kazanmışlardır. Fakat hac, umre ve cihada çıktıkları zaman mallarını biz koruyoruz; çocuklarını biz terbiye ederiz. Pekâlâ, onların sevaplarına ortak olabilir miyiz? Yâ Resûlallah bize ne buyurursunuz?” Bunun üzerine Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem, etrafındaki ashabın yüzüne bakıyor; derin derin dalıyor… ve: “Dininden güzelce soran şu kadının meselesinden daha güzel bir mesele işittiniz mi?.. Kim bu?..” buyuruyor. Ashab: “Bizden birimiz bunu tanımıyoruz” dediler. Çünkü tepeden tırnağa kadar örtü içinde idi. Sonra Esmâ’ya dönerek: “Ey Esmâ, dön.. Arkandaki tâbi’ kadın cemaatine, sizden birinin kocasına güzel bir kadınlık yapmasının; onun rızasını talep etmesinin; kocasına muvafakat göstermek için ona uymasının, söylediğin şeylere = erkeğin cihad ve cemaat sevabına muadil olacağını bildir” buyurdu.” Hadis Hakkında Açıklama: İsmail Çetin Hocaefendi’nin yukarıdaki hadis hakkındaki sarih açıklamasını buraya alıyoruz: “Bütün bunlar gösteriyor ki kadının üstün cihadı beş şeyden ibarettir: Birincisi, vakar ve haysiyetle evinde oturmasıdır. İkincisi, beşerî ihtiyaca mebnî evinden çıktığı takdirde erkeklerin ihtilâtından korunarak kâmilen örtü içerisinde bulunmasıdır. Bunun için kadının örtünmesi, avcıların gözüne görülmemesidir dediler. Üçüncüsü, evinde ve dışarıda namusunu, iki eş arasındaki ailevi sırları gizlemesidir. Dördüncüsü, kendisine emanet edilmiş mal, şeref ve namusunu korumasıdır. Beşincisi, Allah Azze ve Celle’nin kendisine emrettiği helal ve haram ilmini öğrenmesi şartıyla ev işi ve el işi görmesidir. Bunları yaptığı takdirde, cihad yapmış olur.” Esmâ Bintu Yezîd radıyallahu anha anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalatu vesselam biz bir grup kadına uğramıştı, selam verdi.” Hadis Hakkında Açıklama: Bu hadis, Resûlullah aleyhissalatu vesselam’ın rastladığı kadınlara da selam verdiğini göstermektedir. Abdurrezzak’ın Musannaf’ında kadının erkeğe, erkeğin kadına selam vermesinin mekruh olduğuna dair bir rivayet gelmiştir. Cevazadelâlet eden rivayetler bunun zaa’fı sebebiyle nekâretine hükmettirmiştir. Ancak cevazın “Fitne korkusu yoksa” şartına bağlı olduğu belirtilmiştir. Bu takdirde Abdurrezzak’ın rivayeti fitne korkusuna hamledilir. Halîmî: “Resûlullah aleyhissalatu vesselam ismet’i sebebiyle fitneden emindi, öyleyse kim fitne hususunda nefsinden emin ise selam verir, aksi takdirde sükût eslemdir” der. Müslim’de gelen bir rivayet Ümmü Hâni’nin, Resûlullah’a guslederken uğradığını ve selam verdiğini belirtir. Amr İbnu Şuayt, an abîhi an ceddihî tarîkinden anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalatu vesselam’a bir kadın, beraberinde bir kızı olduğu halde geldi. Kızın elinde, altından kalın iki bilezik vardı. Bunların zekâtını verdin mi?” diye (Resûlullah aleyhissalatu vesselam) kadına sordu. Kadın: “Hayır!” diye cevap verdi. Resûlullah: “Kıyamet günü Allah’ın, onları sana ateşten iki bilezik yapması seni memnun eder mi?” dedi. Bunun üzerine kadın, bileziklerini derhal çıkarıp Resûlullah’ın önüne bıraktı ve: “Bunlar Allah ve Resûlüne aittir!” dedi. Hadis Hakkında Açıklama: Hadiste ismi mübhem olan kadın, Esmâ Bintu Yezîd’dir. “Bir gün, Peygamber aleyhissalatu vesselam akşam namazını Abduleşhel oğullarının mescidinde kıldı. Esma radıyallahu anha kendi evine gitti. Et ve ekmek getirdi ve: “Anam, babam feda olsun, ye” dedi. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ashabına: “Allah'ın adıyle yiyin” buyurdu. Hz. Peygamber aleyhissalatu vesselam, beraberinde gelenler ve ev halkından orada bulunanlar yediler. Esma Binti Yezîd gördü ki et ve ekmeğin tamamı olduğu gibi duruyordu. Hâlbuki kırk kişi vardı. Esma radıyallahu anha kendi kendine: “Ganim elinde olan Allah'a yemin olsun ki, bu Resûlullah'ın bereketinden dolayı böyledir” dedi. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem onun evindeki bir tulumdan su içip gitti. Esma bu tulumu aldı, onu yağla parlatıp kaldırdı. Onunla hastalara su verir, bereket umulduğu anda kendisi ve ev halkı ondan su içerdi.” Muhacir’den rivayet olunmuştur: “Muâz b. Cebel’in amcası Yezîd’in kızı Esmâ Yermük Savaşı’nda bir çadır direği ile Rumlardan dokuz kişiyi öldürdü.” KAYNAKLAR1- Kütüb-i Sitte-c.6-Prof. Dr. İbrahim Canan-Akçağ Yayınevi-19932- Kütüb-i Sitte-c.9-Prof. Dr. İbrahim Canan-Akçağ Yayınevi-19933- Kütüb-i Sitte-c.11-Prof. Dr. İbrahim Canan-Akçağ Yayınevi-19934- Hayatu’s-Sahabe-c.1-M. Yusuf Kandehlevî-Işık Yayınları-İstanbul-2006 5- El-İsabe Seçkin Sahabeler-İbnu Hacer el-Askalânî-Sağlam Yayınevi-İstanbul-20086- Müslime Genç Şuuru-İsmail Çetin-Dilara Yayınları-Isparta-20067- Kadın Sahabiler-Mevlanâ Niyaz-Toker Yayınları-İstanbul-19718- Mü’minlerin En Mümtaz Annesi Hz. Aişe-Dr. Reşit Haylamaz-Işık Yayınları-İstanbul-20099- Sahabe Hayatından Tablolar (Hanım Sahabeler)- Abdulaziz eş-Şennavi- Uysal Kitabevi-Ankara-199110- Cevâmiu's-Sîre-İbn Hazm-Çıra Yayınları | |
| | | Muhamed Dolaku Antar-aktiv
Numri i postimeve : 3478 Data e regjistrimit : 16/09/2011 Mosha : 78 Nacionaliteti-Sheti : R e Kosovës, Mitrovicë
| Titulli: Re: Hanım Sahabîler Tue 29 Nov 2011 - 22:02 | |
| HZ. FÂTIMA BİNTİ ESED (R.ANHA) “Ebû Tâlib’den sonra bu kadının bana gösterdiği şefkat ve muhabbeti hiçbir zaman unutmam, bunu daima hürmet ve minnetle yâd edeceğim.” Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem BABASI:Esed İbni Hâşim İbni Abdi Menaf. NESEBİ:Hâşim oğullarındandır. Eşi Ebû Tâlib ve Peygamberimizle soyu Hâşim’de birleşir.ŞEMAİLİ VE AHLÂKI:İyi ve yumuşak tabiatlı, şerefli, yetim ve fakirlere yardımda bulunan fedakâr bir hanımefendi idi.BAZI ÖZELLİKLERİ:Fâtıma binti Esed, Hâşim oğulları kadınları içinde, Hâşimî erkek sulbünden ilk erkek çocuğu dünyaya getiren kadın olma özelliğine sahiptir.
Hâşim oğulları kadınlarından halife annesi olanların da ilki Fâtıma binti Esed’dir.
Fâtıma binti Esed radıyallahu anha Müslüman olan ilk hanım sahabelerdendir.
Efendimiz aleyhissalatu vesselam Fâtıma Binti Esed’i ziyarete gider, bazen öğle vakti kaylulesini onun evinde yapardı. HAYATI HAKKINDA KISA KISA:Hz. Fâtıma Binti Esed, Efendimiz aleyhissalatu vesselam’ın amcası Ebu Tâlib’in hanımı; Hz. Ali ve kardeşleri; Tâlib, Âkîl, Cafer ve kız kardeşleri Ümmü Hâni Cümâne’nin de anneleridir. Hz. Peygamber aleyhissalatu vesselam İslamiyet'i açıktan açığa tebliğ edeceği zaman ilk önce davete akrabasından başlamıştı. Akrabaları arasında birçok insan Müslüman olmuştu, Fâtıma binti Esed'de bu ilk Müslümanlar arasında idi. Fâtıma Binti Esed’den önce ve sonra olmak üzere bütün çocukları da İslam’la şereflenmiştir. Ailesinden sadece eşi Ebû Tâlib Müslüman olmamıştır, fakat Ebû Tâlib hanımına ve çocuklarına engel de olmamıştır hatta onları desteklemiştir. Ebû Tâlib’in vefatından sonra da Hz. Fâtıma Binti Esed, Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem’e uyarak Medine’ye hicret etmiştir. Fatıma Binti Esed’in Efendimiz aleyhissalatu vesselam’ın yanındaki yeri çok büyüktü. Çünkü o Hz. Âmine vefat ettikten sonra Efendimizi yetiştirip bakımını üstlenmiş, aleyhissalatu vesselama bir anne şefkatiyle bakmış, kendi çocuklarından ayırmamış hatta kendi çocuklarından daha fazla ihtimam göstermiştir. Peygamberimiz aleyhissalatu vesselam’ın önem verip, iltifat ettiği, hakkında “annemden sonra annem” diye bahsettiği bu fedakâr hanımefendiye ipekli bir kumaştan yapılmış başörtüsü hediye ettiği, Müslim-i Şerif’in Kitabü’l-Libâs bahsinde Hz. Ali radıyallahu anh’ın rivayet ettiği bir Hadis-i Şerif’te şöyle anlatılıyor: “Tebük taraflarındaki Dûmetü’l-Cendel’in bir Hıristiyan olan vâlisi Ükey, Peygamber Efendimi sallallahu aleyhi ve sellem tarafından Hâlid b. Velîd radıyallahu anh vâsıtasıyla dâvet edildiğinde Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellemin yanına gelerek cizyeyi –vergiyi- kabul etmiş, anlaşma yapılmış ve memleketine dönmüştü. İşte bu ziyarette Ükey, Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi ve selleme ipekli güzel bir kumaş hediye etmiş, Hz. Peygamber de Hz. Ali radıyallahu anh’e: “Yâ Ali! Şu ipekli kumaşı al, güzelce biç ve Fâtıma’lara birer başörtüsü olacak şekilde paylaştır” diye emretmişti. Fâtıma’lardan maksat; 1. Fâtımâ-i Zehrâ, 2. Hz. Ali Efendimizin muhterem anneleri Fâtıma Bintü Esed, 3. Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellemin amcası ulu şehit Hamza radıyallahu anh’ın kızı Fâtıma Bintü Hamza’dır. Meşârik adlı eserin sahibi İbn-i Melek, Fâtıma’ları bu üçüne tahsis etmişse de, Hz. Ali radıyallahu anh’ın kardeşi Akîl b. Ebî Tâlib radıyallahu anh’ın zevcesi Fâtıma Bintü Utbe b. Rebîa’da bir rivayete göre bu Fâtıma’lara dâhildir.” Hz. Fâtıma Binti Esed radıyallahu anha hicretin dördüncü yılında Medine’de vefat etmiştir. O‘nun vefatında Efendimiz aleyhissalatu vesselam: “Bugün annem vefat etti” buyurmuştur. Kefenlenmesi için Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem kendi gömleğini vermiş, cenaze namazını da Peygamberimiz kıldırmıştır.“Resûl-ü Kibriyâ Efendimiz, bu mübârek ve muhterem kadının kabrine de indi ve bir müddet kabrin içinde uzandı. Sonra kabirden çıktı. Gözleri yaşlarla doluydu. Müslümanlar: “Yâ Resûlallah, biz senin buna yapmış olduğun şeyi, başkasına yaptığını görmemiştik?”Nebiyy-i Muhterem Efendimiz şu cevabı verdi: “Ebû Tâlib’den sonra bu kadıncağız kadar bana iyiliği dokunan bir başka kimse olmamıştır. Ona, Cennet elbiselerinden giydirilsin diye gömleğimi kefen olarak giydirdim! Kabir hayatı, kendisine mülayim ve kolay gelsin diye de kabirde yanına uzandım.” buyurmuşlardır.Efendimiz aleyhissalatu vesselam Hz. Fâtıma’nın defin işlemi tamamlandıktan sonra: “Cebrail aleyhisselam: “Bu kadın Cennetliklerdendir” diye bana haber verdi. Ayrıca, Yüce Allah celle celâluhû meleklerinden yetmiş binine bu kadının cenaze namazını kılmalarını emretti. Melekler de, onun cenaze namazını kıldılar.” buyurmuştur. HAKKINDAKİ HADİSLER:“O, benim annemdi. Kendi çocukları aç dururken önce benim karnımı doyururdu. Kendi çocuklarının üstleri başları tozlu topraklı dururken, o önce benim saçımı, başımı tarar ve gül yağlarıyla yağlardı. O benim annemdi.” Hz. Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem Hz. Ali radıyallahu anh anlatıyor: "Annem Fâtıma binti Esed vefat ettiği zaman, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, kendi gömleğini sırtından çıkarıp ona kefen olarak sardırdı ve cenaze namazını kıldırdı." HAKKINDA SÖYLENENLER:“Allah, sana merhamet etsin ve hayırla mükâfatlandırsın. Allah sana rahmet etsin, ey annem! Sen, benim annemden sonra annem idin! Kendin aç durur, beni doyururdun! Kendin giymez, beni giydirirdin! En iyi nimetlerden nefsini alıkoyar, bana tattırırdın! Bunu da ancak, Allah rızâsını ve âhiret yurdunu umarak yapardın. Allah ki, diriltendir, öldürendir; Hayy ve Kayyumdur O. Allah’ım! Annem Fâtıma binti Esed'i af ve mağrifet et. Ona hüccet ve delilini anlat! Kabrini genişlet! Ben Resûlünün ve benden önceki peygamberlerinin hakkı için, duamı kabul buyur, ey merhametlilerin en merhametlisi olan Yüce Allah!” Hz. Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem “Ebû Talib’den başka bu kadın kadar bana iyilik eden kimse yoktur.” Hz. Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem “Ömer bu kadın, beni doğuran annemden sonra annemdi. Ebu Talib yiyecek getirir, Fatıma onu yemek yapar ve sofraya getirirdi. Bir kısmını bana ayırır ve ben gelince yerdim.” Hz. Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem “Hâşimî ailesine mensup kadınlar içinde yine Hâşimî erkek sulbünden çocuk doğuranların birincisi Fâtıma Binti Esed olup onlardan halife anası olanların da ilkidir.” İmam-ı Zührî SÖZLERİNDEN SEÇTİKLERİMİZ: Efendimiz aleyhissalatu vesselam sofraya oturursa o sofra bereketlenirdi, eğer O oturmazsa sofrada bereket olmazdı. Bir suyu önce bardaktan O içse, o suda bir bereket olur herkese yeterdi, fakat O içmediyse herkese yetmezdi. KAYNAKLAR1- Sahabe Hayatından Tablolar (Hanım Sahabeler)- Abdulaziz eş-Şennavi- Uysal Kitabevi-Ankara-19912- Gül’ün Gül’ü Fâtımâtü’z-Zehra-Hacı M. Cemal Öğüt-Mavi Yayıncılık-İstanbul-2006 3- Asr-ı Saadet-5-Ömer Rıza Doğrul-Eser Neşriyat-İstanbul-19784- Kadın Sahabiler-Mevlanâ Niyaz-Toker Yayınları-İstanbul-19715- Kâinatın Efendisi Peygamberimizin Hayatı-c.2-Salih Suruç-Feza Gazetecilik-İstanbul-19986- Meşahîru’n-Nisa-c.2-H. Mehmed Zihni-Şamil Yayınevi-İstanbul-19827- Hanım Sahabîler-Havva Ergene Işık-Gül Yurdu Yayınları-İstanbul-20088- Hanım Sahabiler-Hümeyra Hub-Mehtap TV- http://www.serdengecti.org/sizinti/file.php?f=2406 | |
| | | Muhamed Dolaku Antar-aktiv
Numri i postimeve : 3478 Data e regjistrimit : 16/09/2011 Mosha : 78 Nacionaliteti-Sheti : R e Kosovës, Mitrovicë
| Titulli: Re: Hanım Sahabîler Tue 29 Nov 2011 - 22:05 | |
| HZ. FÂTIMA BİNTİ HATTAB (R.ANHA)Hz. Ömer radıyallahu anh’ın Müslüman olmasına vesile olan kız kardeşidir.BABASI:Hattab bin Nüfeyl.ANNESİ:Hanteme Binti Hâşim bin El-Mugire el-Mahzumiyye’dir. Ebu Nuaym, İbni İshak tarikiyle onun Hişam’ın kızı, Ebu Cehil’in kız kardeşi olduğunu rivayet etmiştir. NESEBİ:Fâtıma Binti el-Hattab bin Nüfeyl bin Abdiluzza bin Riyah bin Abdullah bin Kurt bin Rizah bin Adiy bin Ka’b bin Lüey bin Galib el-Kuraşi el-Adevi. KÜNYE VE LAKABLARI:Künyesi Ümmü Cemil’dir. Lakabı ise Ümeyme’dir. BAZI ÖZELLİKLERİ: Cahiliye devrinde iken küfürden berî kalmış bu pak hanımefendi, hiçbir zaman putlara tapmamıştır. Aşere-i Mübeşşere’den olan Hz. Said bin Zeyd ile evliydi. İlk Müslümanlardandır. O İslâm’a girdiğinde henüz 10 kişi kadar Müslüman vardı. Üstün özelliklere sahip bu hanımefendi, emr-i bi’l ma’ruf ve nehy-i ani’l münker vazifesini en iyi yapanlardandır. Çünkü kardeşi Hz. Ömer’in Müslüman olmasına o vesile olmuştur. HAYATI HAKKINDA KISA KISA:Aşere-i Mübeşşere’den Said b. Zeyd ile evlenmişti. Bu evlilikten Abdullah, Abdurrahman, Ezyed ve Esved doğmuştur. Said bin Zeyd aynı zamanda Hz. Fâtıma Binti Hattab’ın amcazadesidir. Hz. Said’in nesebi, Resûl-i Ekrem’in nesebiyle Kaab’da birleşmektedir. Said bin Zeyd’in dedesi Amr, Hz. Ömer’in babası Hattab’ın kardeşidir. Hz. Said ile Hz. Ömer’in nesebi Nüfeyl’de birleşiyor.Hz. Said’in babası Zeyd, yüksek zekâsı ve seçkin seciyesi ile tanınmıştı. O, Resûlullah’ın bisetinden önce putperestliği terk edenlerdendi.Hz. Abdullah İbni Ömer, Zeyd ile Resûlullah’ın karşılaşmasını şöyle nakleder: “Resûlullah, Beldah’da (Mekke havalisinde bir vadi yahut Cidde yolunda bir dağın adı) Zeyd ile karşılaşmıştı. O zaman Resûl-i Ekrem’e henüz vahiy inmemişti. Burada Resûlullah’a yemek takdim olunmuş, O, müşriklerin getirdiği yemekten yememişti. Zeyd de bu yemekten yememiş ve şöyle demişti: “Ben sizin putlarınız üzerinde kestiğiniz hayvanları yemem. Ben ancak Allah’ın adı anılarak kesilen hayvanlardan yerim.” Zeyd, Kureyş’in putlar adına hayvan kesmelerinden müteessir olur, bu hareketi daima ayıplar ve şöyle derdi: “Koyunu Allah yarattı. Gökten yağmur yağdırdı, yerden ot bitirdi. Fakat siz onu Allah’dan başkasının ismiyle kesiyorsunuz!” İşte Fâtıma Binti Hattab radıyallahu anha İslamiyet’ten önce de putperestliğe karşı olan, Hz. İbrahim aleyhisselam’ın dini üzere yaşayan ve bunu haykırmaktan çekinmeyen bir aileye gelin gitmişti. Resûlullah, hanif dinini en güzel ve en mükemmel şekliyle tebliğe başladığında Zeyd bu dünyadan öte dünyaya göçmüştü. Fakat onu telkin ve telakkileri çevresi ve hanedanı içinde yaşıyordu. Onun şu sözü çok meşhurdu: “Bir Allah’a mı, yoksa bin Rabbe mi itikat edeyim? Ben bütün Lat ve Uzzaları terk ettim. Zaten basiretli bir adamın yapacağı da budur.” Zeyd’in sözleri ve telkinleri ile dolmuş olan muhiti, Resûlullah’ın davete başlaması üzerine, Zeyd’in oğlu Said’in hemen ona uymasıyla sonuçlandı.Hz. Said, Fâtıma Binti Hattab ile evli olduğundan her ikisi birlikte İslamiyet’e girmişlerdi. Bu güzel aileden Nuaym bin Abdullah, ailenin hizmetçisi Lübeyne’de Müslüman olmuşlardı. Fakat Hz. Ömer bunlara şiddetle karşı çıkıyor, gücü yettiğini de dövmekten geri durmuyordu. Lübeyne bunlardan biriydi, Hz. Ömer bu kadıncağızı gücünün sonuna kadar dövüyor, yorulduğunda ise: “Biraz nefes alayım tekrar döveceğim” diyordu. İşte bu yüzden kız kardeşi Hz. Fâtıma ve eniştesi Hz. Said İslâm’a girdiklerini gizliyorlardı. Hz. Ömer gücü yettiği herkesi dövüyor fakat İslâm’dan döndüremiyordu. Bunun önünü almak içinde Hz. Peygamberi öldürmeye karar vermişti. Bunun için kılıcını kuşanıp yola çıktı. Yolda Nuaym bin Abdullah ile karşılaştı. Ömer’i çok hiddetli gören Nuaym ona nereye gittiğini sordu, Ömer: “Millet-i Arab’ın arasına tefrika düşüren Muhammed’in vücudunu dünyadan kaldırmaya gidiyorum” diye cevap verir. Evet, O’nun niyeti Hz. Peygamber’i öldürmekti, bu amaçla yola çıkmıştı ama biraz sonra Müslüman olacaktı… Ömer’in verdiği cevaba karşılık Nuaym: “Yâ Ömer! Müşkil işe teşebbüs etmişsin. Muhammed’in ashabı onun başı ucunda dolaşıyor. Ona zafer bulmak güçtür. Tutalım ki, zafer buldun. Sonra Benî Abdü’l-Muttalib’in (Abdü’l-Muttalib oğullarının) elinden halâs bulamazsın” dedi. Bu sözlerden hiddetlenen Ömer: “Öyleyse sen de Muhammedilerdensin, ibtida senin işini bitirmeliyim” diye kılıcını eline aldı. Nuaym ise: “Yâ Ömer! Sen beni bırak. Hemşiren Fâtıma ile zevci Said İbni Zeyd’e bak ki, ikisi dahi Muhammedilerdendir” cevabını verir. Hz. Ömer duyduklarına inanamaz ve gözleriyle görmek üzere kız kardeşi Fâtıma’nın evine gider. Orada Hz. Hattab b. Erett önünde bir kumaş parçası açıp oturuyordu. Kumaş parçasında Tâhâ Sûresi yazılıydı. Erett bundan Hz. Fâtıma’ya okuyordu. Hz. Ömer radıyallahu anh’ın gelişi belli olunca Hz. Habbab evin bir köşesinde saklandı ve Hz. Fâtıma ise Kur’an’ın yazılı olduğu kumaş parçasını baldırının altına sakladı. Fakat Hz. Ömer o zamana kadar Hz. Erett’in kıraatını duymuştu. İçeriye girdikten sonra, “Biraz önce duyduğum ses neydi?” diye sordu. Hz. Fâtıma ile Hz. Said radıyallahu anh dediler ki: “Öyle bir ses yoktu”. Hz. Ömer dedi ki: “Hayır vardı.” Sonra şunları ekledi: “Duyduğuma göre siz ikiniz Muhammed dinine tâbi olmuşsunuz.”Bunu dedi ve eniştesini dövmeye başladı. Hz. Fâtıma radıyallahu anha kocasını kurtarmak isteyince o da dayak yedi; öyle ki başı yaralandı. Bu noktada karı koca dediler ki: “Evet biz Müslüman olduk ve Allah’ın Resûlüne iman ettik. Artık sen ne istersen yap.” Hz. Ömer radıyallahu anh kız kardeşinin başından kan aktığını görünce yaptığı hatadan pişman oldu ve az önce okudukları Kur’an parçasını getirmesini söyledi: “Bakayım, Muhammed’in getirdiği şey ne imiş” dedi. Hz. Ömer radıyallahu anh okuma yazma bilen bir kişiydi ve Kur’an’ı okumak istiyordu. Fakat kız kardeşi dedi ki: “Senin bunu kaybedeceğinden endişe ediyoruz.” Hz. Ömer dedi ki: “Hiç endişelenme” ve mâbudlarına yemin ederek bunu geri vereceğini söyledi. Kız kardeşi bu arada ümitlenmişti, belki Ömer Müslüman olur diye. Onun için kendisine dedi ki: “Sevgili kardeşim, sen müşrik olduğun için temiz değilsin. Hâlbuki bu kitaba ancak temiz insanlar el sürebilir.” Bunu duyunca Hz. Ömer banyo yaptı ve Hz. Fâtıma kendisine Kur’an-ı Kerim’in o parçasını verdi. Hz. Ömer, Tâhâ sûresinin henüz ilk bölümünü okumuşken, “Ne kadar güzel ve şahane bir belâğattır bu” dedi. Hz. Habbab bin Erett, “Ey Ömer, öyle sanıyorum ki Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in duasının gerçekleşme ânı gelmiştir. Çünkü ben Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in dün böyle dua ettiğini duydum: “Yâ Rabb, Ebu’l-Hakem bin Hişâm (Ebu Cehil) veya Ömer bin Hattab vasıtasıyla İslâm’ı teyid et.” Onun için ey Ömer gel, Allah’a gel.” Bunun üzerine Hz. Ömer Safa tepesinde bulunan İbni Erkam’ın evine gider ve orada Resûlullah aleyhissalatu vesselam’ın ve ashabının huzurunda Müslüman olur.Hz. Fâtıma Binti Hattab radıyallahu anha daha sonra eşi Hz. Said bin Zeyd ile birlikte Medine’ye hicret eder.Kardeşi Hz. Ömer radıyallahu anh’ın hilafet devrinde vefat etmiştir.HAKKINDAKİ HADİSLER: İbn İshak diyor ki: “Bana ulaştığı duruma göre anlatıyorum: “Hz. Ömer’in Müslüman olmasının sebebi kız kardeşi Hattab kızı Fâtıma’ydı. Fâtıma, Sa’d b. Zeyd b. Amr b. Nufeyl ile evliydi. Hem Fâtıma ve hem kocası Sa’d İslâm’ı kabullenmişlerdi. Ancak Hz. Ömer’den Müslümanlıklarını saklamaktaydılar. Yine Ömer’in akrabasından Nuaym b. Abdullah da Müslüman olanlardan idi. O da Müslüman olduğunu gizli tutmakta idi. Sahabelerden Hattab b. Eret radıyallahu anh ise, Hz. Ömer radıyallahu anh’ın kız kardeşi Fâtıma’nın evine gidip onlara Kur’an öğretiyordu.” Buhari, Sahih’inde Kays b. Ebi Hazım tariki ile rivayet ediyor; Said Bin Zeyd kavme şöyle dedi: “Ömer’in beni ve kız kardeşini Müslüman olmamamız için nasıl bağladığını bir görseydiniz.” [Buhârî (3867).] KAYNAKLAR1- Meşahîru’n-Nisa-c.1-H. Mehmed Zihni-Şamil Yayınevi-İstanbul-19822- Meşâhîru’n-Nisâ-c.2-H. Mehmed Zihni-Şamil Yayınevi-İstanbul-19823- El-İsabe Seçkin Sahabeler-İbnu Hacer el-Askalânî-Sağlam Yayınevi-İstanbul-20084- Kadın Sahabiler-Mevlanâ Niyaz-Toker Yayınları-İstanbul-19715- Asr-ı Saadet-c.2-Ahmed Nedvî, Said Sahib Ensari-Şâmil Yayınevi-İstanbul-19856- Tarih Boyunca Tevhid Mücadelesi ve Hz. Peygamberin Hayatı-Mevdûdi-Pınar Yayınları-İstanbul-20047- Kısas-ı Enbiyâ ve Tevârih-i Hulefâ-c.1-Ahmet Cevdet Paşa-Bedir Yayınevi-İstanbul8- Er-Rasûl-Said Havva-Yenda Yayınları-İstanbul-19969- Hanım Sahabîler-Havva Ergene Işık-Gül Yurdu Yayınları-İstanbul-2008 | |
| | | Muhamed Dolaku Antar-aktiv
Numri i postimeve : 3478 Data e regjistrimit : 16/09/2011 Mosha : 78 Nacionaliteti-Sheti : R e Kosovës, Mitrovicë
| Titulli: Re: Hanım Sahabîler Tue 29 Nov 2011 - 22:07 | |
| HZ. FÂTIMA BİNTİ KAYS (R.ANHA)
Müşavere meclisinin toplantılarına ev sahipliği yapmış, hilafet meselesinde rey’i olan bir hanımefendidir.BABASI:Kays bin Hâlid. ANNESİ:Âmine Binti Rabiy’a. NESEBİ:Fâtıma Binti Kays İbni Hâlid el-Ekber İbni Vehb. ŞEMAİLİ VE AHLÂKI:Hz. Fâtıma Binti Kays, ahlâkî güzelliğinin yanında fizikî açıdan da çok güzel bir kadındı. Mevlanâ Niyaz’ın ifadesiyle: “Zahirî ve manevî güzellik servetinden hissesi vardı.”BAZI ÖZELLİKLERİ:Akıllı, bilgili, anlayışlı, edîbe, fâdila (üstün özellikli), isabetli rey sahibi, ince düşünen, fadl ü kemâli yüksek bir hanımefendi idi. Ravîlerin çoğu kendisine istinaden hadis rivayet etmişlerdir.Hz. Ömer radıyallahu anh, hicri sene 23’te şehit edildiğinde, müşavere meclisi onun evinde toplanmıştır. Hz. Fâtıma, akıllı, dirayetli ve anlayışlı bir hatun olduğundan, isabetli rey ve dirayet sahibi bulunduğundan hilâfet meselesi hakkında kendisine de fikir soruyorlardı. Bu mesele, kadınların devlet işinde ne gibi davranacaklarına dair örnek teşkil etmiştir. HAYATI HAKKINDA KISA KISA:Hz. Fâtıma Binti Kays radıyallahu anha hicretten önce İslamiyet’e girenlerdendir. Daha sonra Medine’ye hicret etmiştir. İlk evliliğini Ebû Amr Hafs İbni Muğire ile yapmıştır. Hicretin 10. yılında Hz. Ali radıyallahu anh bir ordunun başında iken Hz. Fâtıma Binti Kays’ın eşi Ebû Amr’de Hz. Ali’nin maiyetinde bulunuyordu. O zaman Ebû Amr nikâh esnasında tayin ettiği vekili İyaş İbni Rabiya’yı yine vekil olarak tayin etmiş ve karısı Fâtıma’yı talâk-ı bette (üç talak) ile boşamıştı. Nafaka olarak da bir miktar arpa bir rivayete göre biraz da hurma göndermiştir. Arpayı getiren İyaş İbni Rabiya ise: “Kocan ancak şu arpalarla şu hurmaları bırakmıştır başka bir şey bırakmamıştır, biz ne verirsek, ancak sana iyilik olmak üzere veriyoruz, yoksa sen hiçbir hak talebinde bulunamazsın. Biz sana karşı hiçbir şey ödemekle mükellef değiliz” der. Bu sözler doğal olarak Hz. Fâtıma’yı incitir ve durumu Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’e şikâyet eder. Peygamber Efendimiz aleyhissalatu vesselam’da üç talakta boşanan Fâtıma’nın nafakaya hakkı olmadığını belirtir. Ve iddetini önce Ümmü Şerik’in evinde geçirmesini söyler, fakat daha sonra Ümmü Şerik’in evinin sıkça uğranan bir yer olmasından dolayı gözleri âmâ olan İbni Ümmü Mektum’un evini tavsiye eder. İbni Ümmü Mektum’un hem gözleri âmâ’dır hem de Fâtıma Binti Kays’ın amcazadesidir. Fâtıma Binti Kays radıyallahu anha’nın iddet müddeti tamamlandıktan sonra kendisine gelen evlilik tekliflerini değerlendirmek üzere Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’e müracaat eder. Teklifi yapanlar ise; Ebu Cehm ile Muaviye’dir. Peygamberimiz her ikisine de onay vermez. Üsame bin Zeyd’le evlenmesini tavsiye buyurur. Bir rivayete göre Fâtıma Binti Kays Resûlullah’ın nikâhı altına girmek istemektedir. O yüzden Üsame ile evlenmeyi hemen kabul etmez, biraz düşünür. Fâtıma biraz düşününce Resûlullah: “Düşünülecek ne var ki? Allah’a ve Resûlüne itaat etmen gerek. Bu hususta senin için iyilik vardır.” buyururlar. Bunun üzerine Hz. Fâtıma radıyallahu anha Üsame bin Zeyd ile evlenir ve çok mutlu olurlar. Üsame ile olan evliliği için Fâtıma: “Benim ikinci evlenmemden sonra herkes bana gıpta etmeye başladı.” demiştir.Resûlullah Efendimizin tavsiyesi üzerine Üsame bin Zeyd radıyallahu anh ile yaptığı bu mübarek izdivaçtan Cübeyr, Zeyd ve Aişe isimli çocukları olmuştur.Hicri 54. yılda Hz. Üsame bin Zeyd radıyallahu anh’ın vefat etmesi üzerine dul kalan Hz. Fâtıma eşinin vefatına çok üzülür ve ondan sonra kimseyle evlenmez. Daha sonra Hz. Fâtıma’nın kardeşi Dahhak Kufe’ye vali tayin edilir. Kendisi de kardeşinin yanına Kufe’ye gidip orada ikamet eder.Siyer ve tarih kitaplarında Hz. Fâtıma Binti Kays’ın vefat tarihi hakkında malumat yoktur. Fakat eldeki kaynaklardan Hz. Abdullah İbni Zübeyr’in Mekke’deki hilâfeti devrinde hayatta olduğu anlaşılıyor.HAKKINDAKİ HADİSLER:Fâtıma Bintu Kays radıyallahu anha'nın anlattığına göre, "kocası kendisini talak-ı bette ile boşamıştır. Kocası ortalıkta olmadığı halde, vekilini (bir miktar) arpa ile Fâtıma'ya göndermiş, Fâtıma da bunu pek az bulmuştu. (Veya vekile kızmıştı.) Vekil: "Vallahi bizim üzerimizde (nafaka hakkı olarak) bir şeyin yok!" demiştir. Fâtıma da Resulullah aleyhissalatu vesselam'a gelerek durumu anlatmış. Aleyhissalatu vesselam da : "Senin onun üzerinde nafakan yok" buyurmuş ve Ümmü Şerik el-Ensâriyye radıyallahu anha'nın yanında iddetini geçirmesini emretmiştir. Sonra, Fâtıma'ya: "Bu kadın, ashabımın çokça uğradıkları birisidir. Sen iddetini İbnu Ümmi Mektum'un yanında geçir. Zira o, ama birisidir, örtünü de (onun yanında) çıkarabilirsin. (İddetin bitip) helal oldun mu bana haber ver!" buyurdu. (Fâtıma der ki): "Helal hale geldiğim zaman, Resulullah aleyhissalatu vesselam’a gelip Muaviye İbnu Ebi Süfyan ve Ebu Cehm radıyallahu anhüma’nın benimle evlenmek istediklerini haber verdim. Aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Ebu Cehm, sopasını omuzundan indirmez. Muaviye ise fakirdir, parası yoktur. Sen Üsame İbnu Zeyd radıyallahu anh ile evlen!" Üsame hoşuma gitmedi. (Resulullah aleyhissalatu vesselam bunu seçmiş olacak ki tekrar): "Sen Üsame'yle evlen!" buyurdu. Ben de onunla evlendim. Allah Teâlâ Hazretleri onu bana hayırlı kıldı. Onunla mes'ud oldum.” “Sa’îd ibni Zeyd’in kerimesi, Abdullah ibni Amr ibni Osman ile sözlüydü. Evlendiler. Çok geçmeden Abdullah karısını üç talak ile boşadı. Fâtıma da onun teyzesiydi. Bunun için kendisini, bir teselli ve gönül almak kabilinden olsun diye, yanına çağırdı. Mervan meseleyi haber aldı ve Kabîsa’yı onlara gönderip sordu ve: “İddet tamamlanmadan sen nasıl bunu yanına çağırırsın?” dedi. Fâtıma da buyurdu: “Biz şeriata tâbiizdir. Zatı Saadetleri bu hususu anlatmışlardı. Bundan önce benim kendi başıma da böyle bir hadise gelmiştir ve Zatı Saadetleri bana emrettikleri gibi ben de şimdi buna bildirdim” dedi ve hadiseyi etraflı bir şekilde izah eyledi.” KAYNAKLAR1- Kütüb-i Sitte-c.11-Prof. Dr. İbrahim Canan-Akçağ Yayınevi-19932- Kadın Sahabiler-Mevlanâ Niyaz-Toker Yayınları-İstanbul-19713- Asr-ı Saadet-c.2-Ahmed Nedvi, Said Sahib Ensari-Şamil Yayınevi-İstanbul-1985 4- Hanım Sahabîler-Havva Ergene Işık-Gül Yurdu Yayınları-İstanbul-2008 | |
| | | Muhamed Dolaku Antar-aktiv
Numri i postimeve : 3478 Data e regjistrimit : 16/09/2011 Mosha : 78 Nacionaliteti-Sheti : R e Kosovës, Mitrovicë
| Titulli: Re: Hanım Sahabîler Tue 29 Nov 2011 - 22:11 | |
| HZ. FÂTIM BİNTİ RESÛLULLAH (R.ANHA) “Eğer Allah Teâlâ amcam oğlu Ali’yi yaratmasa idi, Fâtımâ-i Zehrâ’ya bu dünyada denk ve eş olacak bir kimse bulunmayacakmış” Hz. Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem)BABASI:Yüksek feraset sahibi Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (aleyhissalatu vesselam).ANNESİ:Peygamberimiz’in (aleyhissalatu vesselam) nazarında en değerlilerden olan, Tâhire lakablı Hz. Hatice (r.anha).NESEBİ:Fâtımâ binti Muhammed bin Abdullah, bin Abdülmuttalib, bin Hâşim, bin Abdimenaf, bin Kusayy, bin Kilâb, bin Murre, bin Kâ’b, bin Lüeyy, bin Gâlib, bin Fehr, bin Malik, bin Nadr, bin Kinâne, bin Huzeyme, bin Müdrike, bin İlyâs, bin Mudar, bin Nizâr, bin Ma’d, bin Adnan, bin Aded, bin el-Mukavvim, bin Sârih, bin Yeşcüb, bin Ya’rub, bin Sâbit, bin İsmail, bin İbrahim.KÜNYE VE LAKABLARI:İki cihan güneşi Efendimiz (aleyhissalatu vesselam) O’na “Hanımların Efendisi” derdi.“Yüzü parlak kadın” manasına olarak ez-Zehrâ sıfatı kendine verilmiştir.Lâkablarından biri de “Betül”dür. Bu kelime “kesilmek” manasından müştak olduğundan onun dünyadan kesilip daima Hakk’a yönelik olduğuna işaret etmektedir.Torunu olan Fâtımâ binti’l-Hüseyn’e nisbetle kendisine “Fatımatu’l-Kübrâ”da denilir.Babası Hz. Fahr-i Kâinat Efendimize izafetle “Ümmü Ebihâ” (babasının anası)künyesini kullanırdı.el-Câmiu’s-Sağîr’i şerheden rahmetli Azîzî: “Bütün âlemlerin kadınlarının seyyidesi Hz. Fâtımâ-i Zehrâ’ya, Fâtıma denilmesinin sebeplerinden biri de onun kadınlık âdetinden uzak olmasıdır.” demiştir. (*) Zehrâ diye adlandırılması, yüzünün ay gibi parlak olmasındandır. “Parlak yüzlü kadın” anlamına Zehrâ denilmiştir.”Bunların yanında Râziye, Marziye, Meymûne ve Zekiye gibi yüce lâkabları olduğu siyer kitaplarında mevcuttur.ŞEMAİLİ VE AHLÂKI:Hz. Fâtımâ Validemiz, duru, beyaz ve çok güzel bir simaya sahipti. Hz. Âişe’den (r.anha) rivayet edildiğine göre o: “Ben karanlık gecede Hz. Fâtıma’nın yüzünün aydınlığı ile iğneye iplik geçirirdim” buyurmuşlardır.Hz. Aişe (r.anha) buyurdular ki: “Peygamber Efendimiz’e (sallallahu aleyhi ve sellem) evsaf ve şemâil, edep ve güzel ahlak, tabiat ve davranış yönlerinden, sevgili kızları Fâtımâ-i Zehrâ kadar benzeyen bir kimse görmedim.”Tıpkı annesi Hz. Hatice (r.anha) gibi yüksek fazilet sahibi idi. Hz. Fâtımâ’nın (r.anha) çocukluktan beri tabiatı metin, sadeliği sever, oyundan hoşlanmaz, sanki büyümüş de küçülmüş, her şeyi anlayan bir çocuktu. Hiçbir zaman, babasının, annesinin hoşlanmadıkları bir şeyi yapmaz, istemedikleri bir yere gitmez ve hiçbir zaman da onların sözlerinden çıkmazdı. Hep annesinin dizinin dibinde otururdu. Zat-ı Risaletpenahileri (aleyhissalatu vesselam) kendisinin bu tabiatını çok severdi.BAZI ÖZELLİKLERİ: Peygamberimiz’in (aleyhissalatu vesselam) soyu sadece Hz. Fâtımâ (r.anha) ile devam etmiştir. Zeki olduğu kadar ilim yönünden de çok üstündü. İbadetlerine çok düşkün, takva sahibi idi. Edep yönünden o kadar üstündü ki Hz. Esma binti Umeys’e tabutunun üzerinin örtülmesini vasiyet etmiştir. İslamiyet’te tabunun üzerinin örtülmesi ilk defa Hz. Fâtımâ’nın arzusuyla kendi cenazesinde uygulanmıştır. Hz. Âişe (r.anha) anlatıyor: “Ben hayatımda, Hz. Peygamber’den (aleyhissalatu vesselam) başka, Fâtımâ-i Zehrâ kadar doğru söyleyen bir kimse görmemişimdir.” Cenâb-ı Hakk, Fâtımâ-i Zehrâ’yı, Hz. Ali’ye yerden önce gökte nikâhlamıştır. Yüksek derece cennet kadınlarının en ulusudur. Hastalık tesiriyle olmayarak, kadınlık âdetinden cennet kadınları gibi uzak idi. İmam Süyûtî’nin rivayetine göre Hz. Fâtımâ dünyaya çocuk getirdiğinde, lohusalık hallerinden hemen tertemiz olurlardı ki, vakit geçip de namazları kazaya kalmazdı. Zaten ömründe bir vakit namazının dâhi kazaya kalmadığı hususunda ittifak vardır. Peygamber Efendimiz’in (aleyhissalatu vesselam) vefatından sonra hiç güldüğü görülmemiştir. Şerefli kimselerin ninesi olması; yani Hz. Hasan ve Hüseyn’in (r.anhüma) ve nesilleri olan üstün ve şerefli şahsiyetlerin anne ve nineleri olmaları bakımından âlemlerin hanımlarının efendisidir. Tirmizî, Nevâdiru’l-Usûl adlı kitabında Hz. Fâtımâ’nın, Peygamber Efendimiz’in (aleyhissalatu vesselam) en yakın sırdaşı olduğunu da kaydetmiştir.HAYATI:Hz. Fâtımâ (r.anha) Validemiz, Peygamberlikten 5 yıl önce Cemâziye’l-Âhir ayının 20 Cuma günü dünyayı şereflendirmişlerdir. Resulullah’ın kızlarının dördüncüsü ve en küçüğü aynı zamanda da en çok sevdiği kızıydı. Güzeller güzeli Fâtımâ’ya Hz. Ebu Bekir talip olur ancak Resûlullah: “Ben Fâtımâ hakkında Allah’ın emrini bekliyorum.” diye cevap buyurmuştur. Daha sonra Hz. Ömer talip olur, Resûlullah ona da aynı cevabı verir. Hacı Cemal Öğüt’ün “Gül’ün Gül’ü Fâtımâtü’z-Zehra” adlı güzide eserinde Fâtımâ Validemizin evliliği şu şekilde anlatılmıştır:“Peygamber Efendimiz (aleyhissalatu vesselam), kızına hayırlı bir kısmet vermesini ve hele amcaoğullarından Ali b. Ebî Tâlib’in Hz. Fâtımâ’ya pek uygun bir eş olabileceğini düşündüğünden onunla evlenmesini Cenab-ı Hakk’tan dilemişlerdi. O gece Cuma gecesi idi ki, Allah Teâlâ Cebrâil, Mîkâil, Azrâil ve İsrâfil (aleyhimüsselam) ve diğer büyük melekleri huzuruna davet ederek Hz. Muhammed Mustafa’nın (s.a.s) kızları Hz. Fâtımâ’yı kullarından ve en çok sevdiklerinden Ali b. Ebî Tâlib’e nikâhladığını ve Cibril (a.s) ve bir bölük melekle de bu hususu Hz. Peygamber’e (s.a.s) emir ve tebliğ ederek İslam şeriatının hüküm ve icaplarına göre nikâhlarının kıyılmasını istediğini bildirdi. Peygamber Efendimiz’e de (aleyhissalatu vesselam) tebliğ olunur olunmaz O (aleyhissalatu vesselam), Hz. Ali’ye (r.a) Hz. Fâtımâ’yı usûlünce istemesi için davet edip haber gönderdi.”Resûl-i Zîşan (aleyhissalatu vesselam) Efendimiz bu konuda Hz. Ömer’e de danışmış, onun bu konudaki olumlu fikirlerini almıştır. “Bir gün Hz. Ebu Bekir’le Hz. Ömer b. el-Hattâb (r.anhüma) Hz. Ali’yi ziyaret ederek Hz. Peygamber’den (aleyhissalatu vesselam) Fâtımâ-i Zehrâ’yı istemesini tavsiye etmişlerdi. Hz. Ali (r.a): “Bugüne kadar hiç düşünmediğim bir şeyi bana hatırlattınız. Pekâlâ isterim. Fakat sizi reddeylediği gibi beni de reddeylerse artık Peygamberimiz’in (aleyhissalatu vesselam) yüzüne nasıl bakarım?” dedi. Lâkin yukarıda belirttiğimiz gibi Hz. Peygamber’in (aleyhissalatu vesselam) emir ve istekleriyle Hz. Fâtımâ’ya tâlib olmuşlardır.Sonra Hz. Ali (r.a), Ensar’dan birkaç kişi ile beraber Resûlullah’ın (aleyhissalatu vesselam) huzuruna geldi. Yanındakiler dışarıda kaldı. Kendisi utana sıkıla içeri girdi. Peygamber Efendimiz (aleyhissalatu vesselam): “Yâ Ali! Git, kendine bir ev kirala da gel” buyurdu. Zira Ali evleninceye kadar hep Peygamber Efendimiz’le (aleyhissalatu vesselam) beraber bir arada oturuyordu. Hz. Peygamber’in (aleyhissalatu vesselam) emri üzerine Hz. Ali gitti kendine bir ev kiraladı.(**)Muameleyi tamamladıktan sonra Hz. Peygamber’in (aleyhissalatu vesselam) yanına döndü. Peygamber Efendimiz (aleyhissalatu vesselam): “Yâ Ali! Cenâb-ı Hakk Bana, kızım Fâtımâ’yı sana nikâhlamamı emir buyurdu. Ben de 400 dirhem gümüş mehirle nikâhladım” buyurdular. Ali: “Ben de kabul ettim Yâ Resûlallah” diyerek ve şükür secdesine kapanarak memnuniyetinden ağladı ve Peygamber Efendimiz’e (aleyhissalatu vesselam) saygıda bulundu. Buna karşılık Hz. Peygamber’de (aleyhissalatu vesselam) Hz. Ali’den hoşnut olarak ona karşı rıza ve memnuniyetini bildirdi. Sonra Peygamber Efendimiz (aleyhissalatu vesselam): “Yâ Ali! O 400 dirhem gümüşü nasıl ve nereden tedârik edeceksin?” buyurdu. Hz. Ali: “Yâ Resûlallah! Bende para bulunmaz. Ben, gündelik çalışırım ve böylece helal ve temiz rızk kazanmakta olduğumu biliyorsunuz. Yalnız benim kendime ait bir atım ve bir de zırhım vardır” dedi. Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam): “Yâ Ali! At sana çok lâzım olur. Fakat zırhı götür, sat ve parasını bana getir” buyurdu.Hz. Ali de gidip zırhını Osman b. Affân’a (r.a) 480 dirheme sattı. Sürkânî der ki: “Hz. Osman, zırhı satın alıp parasını Hz. Ali’ye verdikten sonra zırhı da hediye olarak geri vermiştir.” Bu alışverişten haberdar olan Peygamber Efendimiz (aleyhissalatu vesselam) Hz. Osman’a pek çok dua ettikten sonra, “Osman, cennette benim öz arkadaşımdır” buyurdu.”Zırhın parasını getiren Hz. Ali, parayı Peygamberimiz’e (aleyhissalatu vesselam) verir. Efendimiz paranın bir kısmını Hz. Bilâl’e verip: “Yâ Bilâl! Al bu parayı, çarşıya çık, biraz gül yağı, gül suyu al. Geri kalan para ile de bal al ve mescidin bir kenarında temiz bir kab içinde su ile eziniz. Bal şerbeti yapınız ki, nikâh kıyıldıktan sonra içelim. Ensar ve muhacirlerden mevcut bulunan ashâbımı mescide davet et ve Fâtımâ-i Zehrâ ile Ali’nin nikâhlarının kıyılacağını halka ilan et” diye emir buyurur. Bundan sonra mescidi dolduran ashaba Peygamberimiz (aleyhissalatu vesselam) bir hutbe verdi. Ondan sonra da Hz. Ali bir hutbe okudu. Misafirlere bir tabak taze hurma ve bal şerbeti ikram edildi. Örnek Alınması Gereken Bir Hâdise“Hz. Fâtımâ: “Babacığım, herkesin kızlarının mehri altın ve gümüşle takdir ediliyor. Benim mehrim de böyle olursa, Seninle diğerleri arasında ne fark olur? Gönlüm arzu ederdi ki, benim mehrim yarın mahşer gününde Senin ümmetinin günahkârlarının ilâhî afv ve mağfirete kavuşabilmeleri için ancak Senin şefaatin olsun” deyince Allah tarafından Hz. Fâtıma’nın bu dileğinin kabul olduğu Peygamber Efendimiz’e (aleyhissalatu vesselam) bildirildi. Hz. Peygamber de (aleyhissalatu vesselam): “Aferin kızım, Peygamber çocuğu olduğunu belli ettin” buyurdular. Sonra Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam) Hz. Ali’den almış oldukları 400 dirhem gümüşten 63 dirhemini ayırdı. Geri kalanı Ümmü Seleme’ye (r.anha): “Sen bunları saklayıver” diye verdi. Sonra Hz. Ebu Bekr’e (r.a): “Yâ Eba Bekir! Bu parayı al, çarşıya git, Fâtıma’ya çeyiz için gereken eşyayı al ve nakletmede sana yardım etmek üzere Selmân-ı Fârisi ile Bilâl-i Habeşi’yi (r.anhüma) beraber götür” buyurdu. Hz. Ebu Bekir (r.a) çarşıya gitti, bir sedir, yüzü keçi derisinden bir yün yatak, içi hurma lifi dolu bir yastık, üzerine örtmek için bir battaniye, yere yaymak için bir kilim, su içmek için bir maşrapa, bir takım çamaşır, elbise ve bazı ufak tefek şeyler aldı. Hz. Ebu Bekir (r.a) bunları pazardan satın alıp Hz. Peygamber’e (aleyhissalatu vesselam) getirince gözleri yaşla dolan Peygamber Efendimiz (aleyhissalatu vesselam): “Yâ Rabb! Senin sevmediğin israftan çekinen kimselere bu eşyayı hayırlı ve mübarek kıl” diye dua buyurdular. Hz. Fâtımâ bu eşyayı bütün hayatı boyunca kullanmıştır.”…Ve Düğün MerasimiNikâhları kıyılan Hz. Fâtımâ ile Hz. Ali’nin düğünleri hemen olmamıştı. Hz. Ali (r.a) bu konuda der ki: “Fâtımâ-i Zehrâ ile nikâhım kıyıldıktan sonra epey bir müddet utandığımdan Rasûlullah’ın (aleyhissalatu vesselam) yüksek huzuruna varamamış ve yüzüne bakamamıştım. Bir gün kardeşim Âkil b. Ebî Tâlib bana gelerek dedi ki: “Kardeşim Ali! Ben anamız Fâtıma Bintü Esed’den doğdum doğalı, senin Fâtımâ-i Zehrâ ile nikâhlanışına sevindiğim kadar hiçbir zaman hiçbir şeye sevinmemişimdir. Fakat henüz düğününüz olmadı. Eğer bunu görürsem, artık gözüm açık gitmeyecektir.” Hz. Ali: “Kardeşim! Ben de düğünümüzün bir an önce olmasını istiyorum ama Hz. Peygamber’e (sallallahu aleyhi ve sellem) bunu açmaktan utanıyorum” dedi.”Bunun üzerine ikisi birlikte Peygamberimizin huzuruna çıkmak için yola koyulurlar. Yolda Ümmü Eymen ile karşılaşırlar. Ümmü Eymen’e düşüncelerini anlatırlar ve Ümmü Eymen’de: “Siz geri dönün ve bana biraz mühlet verin. Ben Hz. Peygamber’in (sallallahu aleyhi ve sellem) huzuruna hanımlarıyla beraber varır, bu konuyu açarım. Alacağım cevabı size bildiririm. Bunun için sizin gitmeniz uygun düşmez” cevabını verir. Ümmü Eymen Peygamberimizin mübarek hanımlarını toplayıp Efendimiz’in (aleyhissalatu vesselam) huzuruna çıkarlar ve Ümmü Seleme’yi (r.anha) sözcü yapıp Hz. Fâtımâ ile Hz. Ali’nin düğünlerinin yapılmasını arzu ettiklerini söylerler. Peygamberimiz (aleyhissalatu vesselam): “Ey Ümmü Seleme! Ümmü Eymen’e söyle gidip Ali’yi bana göndersin” buyurur. Peygamberimizin huzuruna çıkan Hz. Ali’ye Efendimiz: “Yâ Ali! Artık düğününüzün olmasını arzu ediyor musun?” buyurur. Hz. Ali ise: “Evet, anam babam Sana fedâ olsun Yâ Resûlallah. Emirlerinizi bekliyorum” cevabını verir. Peygamberimiz, Hz. Ali’nin zırhının bedelinden Ümmü Seleme Validemize saklaması için verdiği miktardan 10 dirhemini alıp Hz. Ali’ye vermiş ve: “Yâ Ali! Bu parayı al, git, biraz hurma, biraz tereyağı biraz da süzülmüş yoğurt al” buyururlar. Hz. Ali malzemeyi alıp Peygamberimizin huzuruna getirir, bir sofra isteyen Efendimiz (aleyhissalatu vesselam) kollarını sıvayıp mübarek elleri ile hurma ve tereyağını ezip yoğururlar. Sonra yoğurtla karıştırır ki buna “Hays” adını verirler. Bunu bir tepsiye koyup sofranın etrafına arpa ekmekleri dizer. Ensar’ın zenginlerinden Sa’d b. Ubâde (r.a) bir koyun, başkaları da pirinç ve yağ göndermişlerdir. Sonra Efendimiz (aleyhissalatu vesselam): “Yâ Ali! Git, eş ve dostlarını ve benim ashâbımı davet et” buyurur. Yine Efendimiz (s.a.s): “Yâ Bilâl! Çık, cemaati bölük bölük sıra ile içeri al. Onar onar gelip nöbetle sofraya otursunlar” buyurur. Hz. Ali: “Hz. Peygamber’in (sallallahu aleyhi ve sellem) dualarıyla o kadar bereket hâsıl oldu ki, o yemeği 700 kişinin yeyip doyduğunu gözümle gördüm” demiştir. Böylece Hz. Fâtımâ Validemiz ile Hz. Ali’nin izdivacı, geçmişten günümüze kurulan ve kurulacak olan tüm yuvalara ve bütün mü’minlere çok güzel bir örnek teşkil etmiştir. Nikâhları Hicret’in ikinci yılı Safer ayının Cuma gününde gerçekleşmiştir. Düğünleri de aynı yıl içerisinde –nikâhtan yedi buçuk ay sonra- yapılmıştır. Hz. Fâtımâ (r.anha) o zaman bir rivayete göre 15 yaşında idi. Ancak Peygamberlikten 5 yıl önce doğduğunu kabul edersek –ki sahih rivayetlere göre öyledir-, o halde 20 yaşında olması gerekir. Hz. Ali ise 21 yaşında idi. Hz. Fâtımâ (r.anha) ile Hz. Ali’nin üçü erkek, üçü de kız olmak üzere altı çocukları dünyaya gelmiştir. Bunlar sırasıyla: Hasan, Hüseyin, Muhassin (radıyallahu anhüma), Ümmü Külsüm, Zeyneb, Rukiye (r.anhünne). Muhassin küçük yaşta vefat etmiş olup, kızlardan da nesil kesilmiştir. Nesilleri sadece Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin’den devam etmiştir. Peygamberimiz Aleyhissalatu Vesselam’ın Vefatından Sonra“Peygamber Efendimiz’in (aleyhissalatu vesselam) vârisleri, sevgili kızları Hz. Fâtımâ-i Zehrâ ve hanımları ile amcası Abbâs (r.a) idi. Fakat Hz. Ebû Bekir (r.a), Hz. Peygamber’in (aleyhissalatu vesselam) malını paylaştırmayıp, durumu Peygamber zamanındaki gibi aynen devam ettirdi. Hz. Fâtımâ (r.anha) miras payını isteyince Hz. Ebû Bekir (r.a): “Hz. Peygamber’in (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurduklarını işittim: “Biz peygamberlere kimse vâris olamaz. Bizim bıraktığımız şeyler sadakadır.” Hz. Peygamber ne yaptıysa ben onu asla değiştirmem. Zira yanlış bir iş yapmaktan korkarım” diye cevap verdi.Rivayete göre Hz. Fâtımâ, Ebû Bekir’e (r.a) gelip: “Sana kim vâris olur?” diye sormuş, Hz. Ebû Bekir (r.a): “Eş ve çocuklarım” deyince: “Peki öyleyse ben niçin Babama vâris olamıyorum?” diye sormuş ve o da: “Ben senin baban Hz. Peygamber’den (sallallahu aleyhi ve sellem) işittim: “Kimse bize vâris olamaz” buyurdu. Onun için sen de vâris olamazsın. Ama ben O’nun halifesiyim. O’nun sağlığında baktığı kimselere bakarım. Binâenaleyh senin iş ve masraflarına da bakmak benim görevim ve boyun borcumdur” diye cevap verdi.Bunun üzerine Hz. Fâtıma susup, bir daha mirastan bahsetmedi. Zaten babaları Hz. Peygamber Efendimiz’in (aleyhissalatu vesselam) ayrılık ateşiyle yanıp kavrulan Hz. Fâtımâ-i Zehrâ (r.anha) tabiî olarak, üzüntüsünden dolayı evinden çıkmaz ve Hz. Ebû Bekir (r.a) ile görüşmez olmuşlardı. Hz. Ebû Bekir ise bu ayrılıktan pek çok üzülmüşlerdi ve her yerde ve her zaman keder ve üzüntülerini belirtirlerdi. Hâfız Ebû Bekr el-Beyhakî’nin sağlam rivayetine göre Hz. Fâtımâ-i Zehrâ, ölüm döşeğinde iken Hz. Ebû Bekr ziyaret için Hz. Fâtımâ’ya hitaben: “Yâ Fâtımâ! Kapıda durup, içeri girmek için izin isteyen Ebû Bekr’dir” dedi. Hz. Fâtımâ-i Zehrâ: “Yâ Ali! Ebû Bekr’in benim yanıma gelmesine razı mısın?” deyince Hz. Ali: “Evet” dedi. Bunun üzerine Hz. Fâtımâ’nın yanına son derece saygıyla giren Ebû Bekr (r.a) selam verdikten sonra: “Yâ Fâtımâ-i Zehrâ! Cenab-ı Hakk’a yemin ederim ki ben; mal, mülk, servet ve sâmân, evlâd ve iyâle özenip, biriktirmedim. Ancak Allah’ın, Peygamberi’nin (aleyhissalatu vesselam) ve Hz. Peygamber’in Ehl-i Beyt’inin rızasını elde etmek yolunda kazanıp harcadım. Binâenaleyh senin o büyük hoşnutluğun benim en birinci ve yüksek arzumdur” deyince Hz. Fâtımâ şöyle cevap verdi: “Yâ Ebâ Bekr! Senden râzıyım, hakkım sana helal olsun!.”Fâtımâ Validemizin Vefatı Peygamberimiz (aleyhissalatu vesselam) Hz. Fâtımâ’ya: “Âl-i beytimden, herkesten evvel vefat edip bana iltihak edeceksin” diye haber vermiştir. Altı ay sonra haber verdiği gibi aynen zuhur etmiştir.Babası Hz. Peygamber’den 18 hadis rivayet eden Hz. Fâtımâ Validemiz Hicret’in 11. yılı Ramazan ayı 3. gününün akşamı Salı gecesi, Efendimiz’in (aleyhissalatu vesselam) vefatından 6 ay sonra vefat etmiştir. İbn Sad ve Ahmed b. Hanbel, Ümmü Rafi’den (r.anha) rivayet ediyorlar: “Fâtımâ (r.anha) hastalandı. Gün geçtikçe ölüme yaklaşıyor ve bana şöyle diyordu: “Ey anneciğim, gusletmem için bana su dök.” Güzelce yıkandı. Sonra yeni elbiseler giydi. Sonra şöyle dedi: “Döşeğimi odanın ortasına ser.” Döşeği serilince kıbleye yönelerek yattı. Şöyle dedi: “Ey anneciğim! Muhakkak ki vefat edeceğim saat geldi. Guslettim. Kimseye sargımı açma.” Sonra vefat etti. Ali (r.a) geldi ve ona haber verildi. O da onu taşıyarak kendisinin guslü ile defnetti.Hz. Fâtımâ (r.anha), vefatı zamanında 29 yaşında idi. Zerkanî’ye göre bu rivayet en sahih rivayettir. Fâtımâ’nın Hz. Muhammed’in (aleyhissalatu vesselam) Peygamber olarak gönderildiği yılda doğduğunu kabul edersek onun yirmi dört yaşında ölmüş olması icab eder. Fakat 29 yaşında vefat ettiğini kabul edersek o zaman onun Peygamberlikten 5 yıl önce doğmuş olması lazım gelir.Cenaze namazı hakkında iki rivayet vardır:“Amre (r.anha) tarikiyle şöyle dediğini rivayet eder: “Fâtımâ’nın (r.anha) cenaze namazını Abbas radıyallahu anh kıldırdı. Kabrine Ali ile Fadl (radıyallahu anhüma) indirdiler.”Ali b. el-Huseyn tarikiyle gelen rivayette şöyle demiştir: “Fâtımâ’nın (r.anha) cenaze namazını Ali (r.a) kıldırdı ve onu gece vakti defnetti.””Hz. Fâtımâ-i Zehrâ’nın (r.anha) kabrinin nerede olduğuna dair birkaç rivayet vardır:“Vâkıdî diyor ki: Ben, Abdurrâhmân b. Ebî’l-Mevâlî’ye: “Herkes Fâtımâ-i Zehrâ’nın kabri Bakî’dedir.” diyor, diye sordum. O: “Hayır Fâtımâ-i Zehrâ, Âkil’in evinin köşesine defn edildi ve Fâtımâ-i Zehrâ’nın kabri ile yolun arası 7 arşın kadardır” diye cevap verdi.Başka bir rivayete göre de, Hz. Fâtımâ-i Zehrâ’nın kabri, Hz. Peygamber’in (aleyhissalatu vesselam) amcası Hz. Abbâs b. Abdi’l-Muttalib’in (r.a) türbesi içindedir. Bugün Cennetü’l-Bakî kabristanını ziyaret edenler Hz. Fâtımâ’nın ruhuna Fâtih-i Şerife okuyorlar ki, bu da, bu rivayetin kuvvetinin delilidir.Bir rivayete göre de, Hz. Fâtımâ-i Zehrâ’nın kabri, Hz. Peygamber’in (aleyhissalatu vesselam) odasının kuzey ucundadır. Nitekim Türk milletinin, kendisiyle öğündüğü büyük bilgin, merhum Zihnî Efendi, eserinde, “Hz. Fâtımâ’nın kabr-i şerîflerinin Ravza yakınında olduğu meşhurdur” diye kaydetmiştir.”HAKKINDAKİ ÂYETLER: “Ey (Peygamberliğin en büyük temsilcisi) Peygamberin şerefli hane halkı, (ey Ehl-i Beyt)! Allah, sizden her türlü kiri giderip, sizi tertemiz yapmak diliyor.” (Ahzab, 33/33) Nitekim bu âyetin nüzul sebebinin Hz. Fâtımâ ile ilgili olduğu belirtilmektedir. Bu konuda Ali Ünal, Allah Kelâmı Kur’an-ı Kerim ve Açıklamalı Meali’nde sadedinde olduğumuz âyet ile ilgili dipnotta şöyle demektedir: “Ehl-i Beyt diye meşhur olan Peygamber Efendimiz’in hane halkına, sahih hadislerde geldiği üzere kızı Hz. Fâtımâ, O’nun eşi (Peygamberimizin damadı) Hz. Ali ve oğullarından Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin (Allah kendilerinden razı olsun!) dâhildirler.” “O has kullar, üzerlerine aldıkları sorumlulukları yerine getirir ve felâketi bütün ufukları tutacak bir günden korkarlar. Kendileri ihtiyaç duydukları ve yemek istedikleri halde yiyeceklerini yoksula, yetime ve esire verirler.” (İnsan, 76/7-8) Mehmed Zihni Efendi’nin Meşâhîru’n-Nisâ adlı eserinde İbn Abbas’ın âyet hakkında yaptığı tefsirde; Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin’in çocukluklarında hastalandıkları ve Efendimiz (aleyhissalatu vesselam) ile ashabdan bazı zatların onları ziyarete geldikleri ve bu zatlardan birinin Hz. Ali’ye nezirde bulunmayı teklif ettiği yazılır. Özetle anlatacak olursak; Hz. Ali üç gün oruç tutmayı niyet eder. Hz. Fâtımâ Validemiz de cariyeleri Fidda ve Hz. Hasan ile Hz. Hüseyin’de aynı şekilde oruç tutmayı dilerler. Allah’ın izniyle Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin sağlıklarına kavuşurlar. Bunun ardından adaklarını yerine getirmek üzere hepsi birlikte oruca niyet ederler. Evde yiyecek bir şey olmadığından Hz. Ali (r.a) birinden üç ölçek arpa ödünç alır ve Hz. Fâtımâ’ya getirir. Hz. Fâtımâ (r.anha) ise bu üç ölçek arpanın üçte birinden 5 adet ekmek yapar. Akşam olunca iftar sofrasına otururlar, bu esnada kapıya yardıma muhtaç biri gelir ve Hz. Ali ile Hz. Fâtımâ sofralarındaki bütün ekmeği o yardıma muhtaç kişiye verirler. Bu hadise üç gün aynıyla yaşanır. Üç gün boyunca kapılarına gelen muhtaç kişilere bütün yiyeceklerini verirler. Kendileri su ile iktifa ederler. Dördüncü günde yine oruca niyet ederler. Hz. Fâtımâ Validemiz açlıktan mecalsiz kalmıştır. Hz. Ali oğullarını yanına alarak Resulullah’ın (s.a.s) yanına gider. Peygamberimiz (aleyhissalatu vesselam) onların bu halini görünce çok üzülür. Bu esnada Cebrail (a.s) gelip İnsan Sûresi 7 ve 8. âyetlerini tebliğ edip, Allah-u Teâlâ’nın onların bu örnek davranışını takdir ettiğini bildirir. | |
| | | Muhamed Dolaku Antar-aktiv
Numri i postimeve : 3478 Data e regjistrimit : 16/09/2011 Mosha : 78 Nacionaliteti-Sheti : R e Kosovës, Mitrovicë
| Titulli: Re: Hanım Sahabîler Tue 29 Nov 2011 - 22:12 | |
| (Devami)
HAKKINDAKİ HADİSLER:
İbn Abbas (r.a) şöyle demiştir: “Peygamber (aleyhissalatu vesselam) dört çizgi çizdi ve şöyle buyurdu: “Cennetlik kadınların en üstünleri Hatice, Fâtımâ, Meryem ve Asiye’dir.””
Abdullah b. Abbâs (r.a) buyuruyor ki: “Bir gün Peygamber Efendimiz (aleyhissalatu vesselam) Hz. Ali ile Fâtımâ-i Zehrâ’nın yanlarına geldiği zaman onlar birbirleriyle konuşup gülüşüyorlardı. Peygamberimiz’i (aleyhissalatu vesselam) görünce konuşmayı ve gülmeyi bıraktılar. Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam) sordu: “Niçin gülüyordunuz ve Beni görünce neden sustunuz?” Hz. Fâtımâ-i Zehrâ derhal: “Babacığım! Ali diyor ki: “Hz. Peygamber’in (sallallahu aleyhi ve sellem) yanında ben senden daha sevgiliyim. Ben de ona karşı: “Hayır ben senden daha sevgiliyim diyordum” diye cevap verdi. Bunun üzerine Peygamber Efendimiz de (aleyhissalatu vesselam) gülerek: “Yâ Fâtımâ! Canım Benim! Sen babanın, çocuklarına olan tabii sevgi ve fıtrî şefkati icabı bana Ali’den daha çok sevgilisin ama Ali de nazarımda senden daha çok izzet ve kerâmet sahibidir” buyurdular.” (Bunu İmam Teberânî Evsât’ında sahih senetle rivayet eder.)
Hz. Ali (r.a) rivayet ediyor: Peygamber (aleyhissalatu vesselam) Fâtımâ’ya (r.anha) şöyle buyurdu: “Muhakkak ki Allah senin rızan ile razı olur, senin öfkenle öfkelenir.”
Hz. Ali (r.a) rivayet ediyor: “Ben bir gün Hz. Fâtımâ-i Zehrâ’ya hitaben: “Yâ Fâtıma! Kadınlar için bu hayatta en hayırlı ve şerefli bir şey ne olabilir?” dedim. Fâtımâ-i Zehrâ’nın bana: “Mecbur olmadıkça kadını yabancı bir erkeğin görmemesi ve yine mecbur olmadıkça erkeği yabancı bir kadının görmemesidir” diye verdiği cevabı Peygamber Efendimiz’e (aleyhissalatu vesselam) arz ettim. Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam) bunun üzerine: “Şüphesiz Fâtımâ-i Zehrâ benim vücudumun bir parçasıdır” buyurdular.”
Hz. Âişe (r.anha) rivayet ediyor: “Hz. Peygamber’den (aleyhissalatu vesselam) sonra, Hz. Fâtımâ-i Zehrâ kadar iyi ve olgun bir insan görmedim.”
Deylemi Ebu Hüreyre’den rivayet etmiştir: Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam):“Kızımı ancak, Allah onu ve sevenleri cehennemden uzaklaştırdığı için “Fâtımâ” diye adlandırdım” buyurmuştur.
Süyûtî ve Ebû İsâ Sevr et-Tirmizî’nin sahih senetle rivayet ettikleri bir hadis-i Şerif’te şu bilgiler verilmektedir: “Peygamber Efendimiz (aleyhissalatu vesselam) her ne zaman seferden dönse doğruca Mescid’e gider ve iki rekât dönüş namazı kıldıktan sonra hiçbir yerde eğlenmeden hemen sevgili kızları Fâtımâ-i Zehrâ’nın evine şeref verirler ve mübarek başlarını öper ve saçlarını koklarlardı ve: “Ben cennet kokusu kokladım” buyururlardı. Sonra hanımlarını ziyaret eder ve daha sonra da halkın ziyaretlerini kabul ederlerdi.”
Cemi' İbnu Umeyr et-Teymî anlatıyor: "Halamla birlikte Hz. Aişe'nin (r.anha) yanına gittim. Hz. Âişe'ye: "Hangi kadın Resûlullah'a (aleyhissalatu vesselam) daha sevgili idi?" diye soruldu. "Fâtımâ" dedi. "Ya erkeklerden?" dendi. " Fâtımâ'nın kocası! Zira bildiğim kadarıyla Ali (r.a) çok oruç tutar, çok namaz kılardı." [Tirmizî, Menâkıb, (3873).]
Hz. Âişe (r.anha) anlatıyor: “Hz. Ali’nin evinde iki döşek vardı, içleri katı katı lifle dolu idi. Biz Ümmü Seleme ile onları kendi ellerimizle güzelce dikleyip kabarttık ve evin bir tarafına güzel bir yatak hazırladık. Sofrayı da güzelce tertipleyip tamamladık. Hz. Fâtımâ’nın, zahmet ve külfetten, israf ve ölçüsüzlükten uzak, bereket dolu düğünü gibi mütevazı ve samimi hiçbir düğün görmedim.”
Peygamber Efendimiz (aleyhissalatu vesselam), Hz. Fâtımâ-i Zehrâ’ya: “Kızım Fâtımâ! Sen Ali’ye câriye ol ki, o da sana köle olsun” buyurmuşlardır.
Amr b. Said şöyle anlatmıştır: “Ali (r.a) Fâtımâ’a karşı sert davranırdı. Bunun üzerine Fâtımâ (r.anha): “Vallahi, seni Resûlullah’a şikayet edeceğim” dedi. Fâtımâ (r.anha) yürümeye başladı. Ali de (r.a) onun arkasından yürüdü ve onun konuşmasını duyabileceği bir yerde durdu.” Fâtımâ (r.anha), Resûlullah’a (aleyhissalatu vesselam) Ali’nin sert olduğunu söyledi. Peygamber (aleyhissalatu vesselam): “Kızım! Duy, dinle ve şunu bil ki: kocasının arzusuna uymayan bir kadın kadın değildir” buyurdu. Bu sırada Ali (r.a) sessiz dinliyordu. Ali (r.a) dedi ki: “Yaptığımdan vazgeçtim ve “Vallahi bir daha onun hoşlanmadığı hiçbir şey yapmam” dedim.” Hubeyb b. Ebi Sabit dedi ki: “Ali ile Fâtımâ (r.anhüma) arasında bir söz geçmişti. Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) geldi ve ikisinin arasını düzeltinceye kadar uğraştı. Sonra gitti. Ona denildi ki: “Sen bir haldeyken girdin ve yüzünde sevinç alameti gördüğümüz şekilde çıktın.” Bunun üzerine şöyle buyurdu: “En sevdiğim iki kişinin arasını düzelttim.””
Abdullah İbnu Amr İbni'l-As (r.a) anlatıyor: "Resûlullah'la (aleyhissalatu vesselam) birlikte bir ölü defnettik. Defin işi bitince Aleyhissalatu vesselam'la birlikte ölünün (çıktığı evin) kapısının hizasına kadar geldik. Orada gelmekte olan bir kadınla karşılaştık. Zannımca, Aleyhissalatu vesselam onu tanıdı. Bu, Hz. Fâtımâ (r.anha) idi. "Evden niye ayrıldın?" diye sordu. "Şu ölünün sahibine geldim. Ölülerine olan merhamet duygularımı onlara ifade ettim. (Allah rahmet etsin dedim) -veya ölüleri sebebiyle onlara taziyede (başsağlığı dileğinde) bulundum-" dedi. Aleyhissalatu vesselam: "Belki sen onlarla birlikte kabirlere kadar vardın!?" dedi. Hz. Fâtımâ: "Allah korusun! O hususta sizin zikrettiğiniz günahı işittim, (hiç kabre kadar gider miyim!)" dedi. Aleyhissalatu vesselam: "Eğer onlarla kabirlere kadar gitmiş olsaydın..." diyerek ciddi bir tehditte bulundu. [Ravilerden biri, "Küda"dan maksadın kabirler olduğunu zannederim" dedi.]" [Ebu Davud, Cenaiz 26, (3123); Nesaî, Cenaiz 27, (4, 27).]
Ümmü Seleme (r.anha) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) Fetih senesinde Fâtımâ'yı çağırarak hususi konuştular. Fâtımâ ağladı. Sonra tekrar hususi olarak konuştular. Fâtımâ bu sefer güldü. Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) vefat edince, Fâtımâ'dan o ağlama ve gülmesi hususunda sordum. Dedi ki: "Önce, Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) bana öleceğini haber verdi, ben de ağladım. İkinci konuşmamızda benim, İmrân kızı Meryem hariç diğer kadınların cennette efendisi olacağımı müjdeledi, bunun üzerine güldüm." [Tirmizî, Menâkıb, (3872).]
Hz. Ali (r.a) şöyle demiştir: “Vallahi, Efendimiz’in (aleyhissalatu vesselam) kızı Fâtımâ ile evlendiğimde hiçbir şeyim yoktu. Onun verdiği koç postundan bir döşeğimiz vardı, geceleri üzerinde uyuyor, gündüzleri de yine onun üzerinde su taşıdığımız devemize yem veriyorduk. Fâtımâ’dan başka evde hizmetimi gören biri de yoktu.”
Ebu'l-Verd İbnu Sümame anlatıyor: "Hz. Ali (r.a) İbnu Ağyed'e dedi ki: "Sana kendimden ve Resûlullah'ın (aleyhissalatu vesselam) kızı Fâtımâ'dan -ki o, babasına, ailesinin en sevgili olanı idi- bahsedeyim mi?" "Evet, bahsedin!" dedim. Bunun üzerine: " Fâtımâ (r.anha) değirmen çevirirdi(***); elinde yaralar meydana gelirdi. Kırba ile su taşırdı. Bu da boynunda yaralar açtı. Evi süpürüyordu. Üstü başı toz-toprak oldu. (Bu sıralarda) Resulullah'a bir kısım köleler getirilmişti. Fâtımâ'ya: "Babana kadar gidip bir köle istesen!" dedim. Gitti. Aleyhissalatu vesselamın yanında bazılarının konuşmakta olduklarını gördü ve döndü. Ertesi gün Resulullah Fâtımâ'ya gelerek: "Kızım ihtiyacın ne idi?" diye sordu. Fâtımâ sükût edip cevap vermedi. Ben araya girip: "Ben anlatayım Ey Allah'ın Resûlü!" dedim ve açıkladım: " Fâtımâ'nın değirmen kullanmaktan elleri yara oldu, kırba ile su taşımaktan da omuzları incindi. Köleler gelince ben kendisine, size uğramasını, sizden bir hizmetçi istemesini ve böylece biraz rahata kavuşmasını söyledim. Bu açıklamam üzerine Resulullah: "Ey Fâtımâ, Allah'tan kork, Allah'a olan farzlarını eda et, ailenin işlerini yap. Yatağına girince otuz üç kere sübhanallah, otuz üç kere elhamdülillah, otuz dört kere Allahuekber de. Böylece hepsi yüz yapar. Bu senin için hizmetçiden daha hayırlıdır." buyurdular. Fâtımâ (r.anha): "Allah'dan ve Allah'ın Resûlünden razıyım" dedi. Resûlullah ona hizmetçi vermedi."
Sevban (r.a) anlatıyor: "Resûlullah'ın (aleyhissalatu vesselam) yanına Fâtımâ Bintu Hübeyre, elinde altından iri yüzükler (Feth) olduğu halde gelmişti. Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam), kadının ellerine vurmaya başladı, Fâtımâ da hemen (oradan sıvışıp) Resûlullah'ın kerimeleri Fâtımâtu'z-Zehra'nın (aleyhissalatu vesselam) yanına girdi. Ona Resûlullah'ın (aleyhissalatu vesselam) kendisine olan davranışını anlattı. Bunun üzerine Hz. Fâtımâ (r.anha) boynundaki altın zinciri çıkarıp: "Bunun bana Hasanın babası Hz. Ali radıyallahu anh hediye etti" dedi. Zincir daha elinde iken Resulullah (aleyhissalatu vesselam) yanlarına girdi ve şunu söyledi: "Ey Fâtımâ! Halkın: "Resûlullah'ın kızının elinde ateşten bir zincir var!" demesi seni memnun eder mi?" dedi ve böyle diyerek oturmadan geri dönüp gitti. Bunun üzerine Fâtımâ (r.anha) zinciri çarşıya gönderip sattırdı, parasıyla bir köle satın aldı ve onu azad etti. Bu olanlar Resulullah'a (aleyhissalatu vesselam) anlatılınca: " Fâtımâ'yı ateşten kurtaran Allah'a hamdolsun." buyurdular.” [Nesai, Zinet 39, (8,158).]
Misver İbnu Mahreme anlatıyor: "Hz. Ali (r.a) nikahı altında Fâtımâ (r.anha) olduğu halde Ebu Cehl'in kızına talib oldu. Bunu işiten Hz. Fâtımâ, Resûlullah'a (aleyhissalatu vesselam) gelerek: "Kavmin, kızları için senin hiç gadablanmayacağını zannediyor. İşte Ali, Ebu Cehl'in kızıyla evlenecek!" dedi. Bunun üzerine Aleyhissalatu vesselam kalktı, minbere çıktı, şehadet getirdi ve şu hitabede bulundu: "Emma ba'd! Ben Ebu'l-As İbnu'r-Rebi'e (kızımı) nikâhladım. Bana konuştu ve doğruyu söyledi (vadetti ve vaadini tuttu. Şurası muhakkak ki ben helal olanı haram kılmıyorum, haramı da helal kılmıyorum). Fâtımâ benden bir parçadır. Onu üzen beni de üzer. Allah'a yemin olsun Resûlullah'ın (aleyhissalatu vesselam) kızı Allah düşmanının kızıyla ebediyyen bir araya gelmeyecektir!" Ravi der ki: "Ali istemekten vazgeçti." [Buhari, Fezailu'l-Ashab 16, 12, 29, Cum'a 29, Humus 5, Nikâh 109, Talak 13; Müslim, Fezailu's-Sahabe 96, (2449); Ebu Davud, Nikâh 13, (2071); Tirmizi, Menakıb, (3866).]
Ümmü Seleme (r.anha) anlatıyor: "Ben Resûlullah'ın (aleyhissalatu vesselam) evinin kapısında iken şu ayet nazil oldu: "...Ey peygamber ailesi! Allah günahlarınızı giderip sizi tertemiz yapmak istiyor..." (Ahzab 33). Evde Resûlullah (aleyhissalatu vesselam), Ali, Fâtımâ, Hasan ve Hüseyin vardı. Onlara bir örtü bürüdü ve: "Allahım, işte bunlar benim ehl-i beytimdir, bunlardan günahı gider ve bunları kirlerden tertemiz kıl" buyurdu. Ben atılıp: "Ey Allah'ın Resûlü! Ben ehl-i beytten değil miyim?" dedim. Bana: "Sen (yerinde dur, sen zaten) hayırdasın, sen Resûlullah'ın zevcesisin" diye cevap verdi." [Tirmizî, Menâkıb, (3870).]
Sehl İbnu Sa'd (r.a) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) Uhud savaşı sırasında yaralanınca, Hz. Fâtımâ (r.anha), mübarek yüzlerinden kanı yıkamaya başladılar. Ali de Fâtımâ'ya (r.anha) su döküyordu. Fâtımâ (r.anha) suyun kanı gittikçe artırdığını görünce bir parça hasır aldı. Onu yakıp iyice kül haline gelince yaraya bastı. Böylece kan da durdu." [Buhari, Cihad 80, 85, 163, Vudu 72, Meğazi 24, Nikâh 123, Tıbb 27; Müslim, Cihad 101, (1790); Tirmizi, Tıbb 34 (2086); İbnu Mace, Tıbb 15 (3464).]
Hz. Enes (r.a) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) muhtazar olduğu (ölüm anlarına geldiği) zaman, sık sık ızdıraplar bürümeye başladı. Kerimeleri Hz. Fâtımâ (r.anha): "Vay babacığım, ne ızdırab çekiyor!" diye yakınmaya başladı. Aleyhissalatu vesselam: "Bugünden sonra baban ızdırab çekmeyecek!" buyurarak onu teselli etmek istedi. Aleyhissalatu vesselam ölünce, Hz, Fâtımâ: "Vay babacığım! Rabbi, duasına icabet etti! Vay babacığım, gideceği yer Firdevs cennetidir! Vay babacığım, ölümünü Cibril'e haber verdik" diye yas etti. Aleyhissalatu vesselam gömülünce de: "Ey Enes! Resulullah (aleyhissalatu vesselam) üzerine toprak atmaya gönlünüz nasıl razı oldu?" diyerek ızdırabının azametini dile getirdi." [Buhari, Megazi 83; Nesai, Cenaiz 13, (4, 13); İbnu Mace, Cenaiz 65, (1629).]
İbnu Abbas (r.a) anlatıyor: "Hz.Ali, Fâtımâ'yı (r.anha) nikâhlayınca, hemen gerdek yapmak istedi. Resûlullah (s.a.s) ise, mehir olarak bir şeyler verinceye kadar buna mani oldu. Hz. Ali (r.a): "Benim verecek bir şeyim yok!" demişti. Aleyhissalatu vesselam: "Ona zırhını ver!" buyurdu. Hz. Ali (r.a) (bu maksadla) zırhını verdi, sonrada gerdek yaptı." [Ebu Davud, Nikâh 36, (2125, 2126); Nesaî, Nikâh 76, (6, 129).] Hadis Hakkında Açıklama: “Hadis, evlenen erkeğin, kadına gerdeğe girmezden önce, mutlaka bir şeyler vermesi, onun için bazı harcamalar yapması gereğini ifade etmektedir. Bu, kadının gönlünü hoş etmeye yönelik bir davranıştır. Bu, her tarafta bilinen insanî bir örftür. İslâm bu örfü te’yid etmiş, daha da takviye etmiştir. Resûlullah’ın (aleyhissalatu vesselam) Hz. Ali’ye zırhını sattırarak satın aldırdığı bazı şeyleri, günümüzün örfünde düğün öncesi yapılan harcamalar, takılar, giyecekler karşılar.”
Ata İbnu Yesar (r.h) anlatıyor: " Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) Hz. Fâtımâ'ya (r.anha) çeyiz olarak kadife bir örtü, bir su kabı ve içerisi izhirle doldurulmuş bir minder verdi." [Nesai, Nikâh 81, (6, 135).]
HAKKINDA SÖYLENENLER:
“Yâ Fâtımâ! Hiçbir kadın yoktur ki, onun nesli seninkinden daha ulu olsun” Hz. Muhammed (s.a.s)
“Kızım Fâtımâ-i Zehrâ, insan hûrisidir.” Hz. Muhammed (s.a.s)
“Kızım Fâtımâ! Sen Ali’ye câriye ol ki, o da sana köle olsun.” Hz. Muhammed (s.a.s)
“Fâtımâ, benden bir parçadır. Ona eziyet veren bana eziyet vermiş olur. Onu sevindiren beni sevindirmiş olur.” Hz. Muhammed (s.a.s)
“Allah Teâlâ kıyamet günü seni ve neslini cehennemden uzaklaştıracaktır.” Hz. Muhammed (s.a.s)
“O, el değirmenini kendi eli ile çevirirdi, bu yüzden de elinde izler kalmıştı. Su testisini kendisi doldurur getirirdi, testinin ipi omuzlarında iz yapmıştı. Evin her tarafını o süpürür, temizlerdi, bundan dolayı da elbiseleri kirlenirdi.” Hz. Ali (r.a)
“Dost, öyle bir dosttur ki, ona başka bir denk ve kalbimde ondan başkası için zevk ve nasip yoktur. Gerçi kendisi şahsımızdan ve gözümden kayıptır ama içimden ve gönlümden asla ayrılmamıştır.” Hz. Ali’nin Hz. Fâtımâ için kabri başında söylediği mersiye.
“Ben, karanlık gecede Hz. Fâtımâ’nın yüzünün aydınlığı ile iğneye iplik geçirirdim.” Hz. Âişe (r.anha)
“Biz, Ali’nin güveyliğinde, Fâtımâ’nın gelinliğinde bulunduk. Onlardan daha güzel güveyi ve gelin görmedik. Resûlullah, bize, zeytinyağı ve hurma hazırlattı, yedik.” Hz. Câbir (r.a)
“Fâtımâ O’nun kızıydı. Hakk’ın terbiye adına kendisine lütfettiği ve ihsanda bulunduğu şeyleri o kızından esirgeyemezdi. O kız ki, Hz. Hasaneyn’den hâtemü’l-evliyaya kadar, birçok velinin anası olacaktı. Bu itibarla onun bu mübarek meyvelere çekirdek olabilecek mahiyette yetiştirilmesi lazımdı. İşte bundan dolayı Efendimiz, bir taraftan fevkalâde re’feti, şefkati, sevgisi ve gönüllerinde taht kurmanın yanında, diğer taraftan da Fâtımâ’nın nazarını hep uhrevî âlemlere çeviriyordu.” M. Fethullah Gülen
“O incelerden ince kadınlar sultanı, edebi, davranış ve hareketleri ile aynen İki Cihan Serveri’ni aksettirirdi.” M. Fethullah Gülen
SÖZLERİNDEN SEÇTİKLERİMİZ
Peygamber Efendimiz (aleyhissalatu vesselam) vefat edince sevgili kızı Hz. Fâtımâ-i Zehrâ: “Ey Rabbinin ilâhi davetini kabul eden babacığım! Ey konağı Firdevs bahçesi olan Peygamber babam! Ey ölümünün habercisi, Cebrâîl (a.s) olan muhterem babam! Ey Rabbinin yüce huzuruna varıp yaklaşan merhametli babam.” diyerek derin üzüntüler gösterdi.
Yine babası Resûlullah’ın (aleyhissalatu vesselam) vefatında, babasının kabrinden bir avuç toprak alıp koklayan ve gözlerine süren Hz. Fâtımâ Validemiz şu beyiti okumuştur: “Hz. Ahmed’in toprağını koklayanın hali ne olur? Ömrünün sonuna kadar güzel kokuları koklamamak. Benim üzerime birtakım belâlar döküldü ki, eğer gündüzlerin üzerine dökülseydi, gece olurlardı.”
(*) el-Câmiu’s-Sağîr Şerhi, c.3, s. 88. Hayızsız gebeliğin mümkün ve fenle de sâbit olduğu doktorlar tarafından ifade edilmektedir.
(**) Bu evin Mescid-i Nebî yanında olduğunu rahmetli İbn-i Melek, Meşârik, c.1, s. 158’de tespit edip açıklamıştır. Bu evin sahibinin de ashabdan Hârise b. Nû’man olduğu Asr-ı Saadet c.9, s. 24’de kaydedilmiştir. Şu halde Hz. Fâtımâ’nın düğününden sonra oturdukları bu ev, Hz. Aişe’nin odasına bitişikti. Bu iki evi ayıran duvarın ortasında bir pencere vardı ki, Hz. Aişe ile Hz. Fâtımâ radıyallahu anhünne bu pencereden birbirleriyle konuşurlardı. Hulâsatü’l-Urefâ fî Ahbâri Mustafa, Fasıl: 4.
(***)Hz. Fâtımâ’nın el değirmeni Medine’de bugün hâlâ mevcu ve mü’minler tarafından ziyaret edilmektedir.
KAYNAKLAR
1- Ali Ünal, Allah Kelâmı Kur’an-ı Kerim ve Açıklamalı Meali, Define Yayınları, İzmir, 2007.
2- Hacı M. Cemal Öğüt, Gül’ün Gül’ü Fâtımâtü’z-Zehra, Mavi Yayıncılık, İstanbul, 2006.
3- M. Fethullah Gülen, İnsanlığın İftihar Tablosu Sonsuz Nur, Feza Yayıncılık-İstanbul-1994, I.
4- Ahmed Nedvî-Said Sahib Ensarî, Asr-ı Saadet, trc. Ali Genceli, Şâmil Yayınevi, İstanbul, 1985, I.
5- H. Mehmed Zihni Efendi, Meşâhîru’n-Nisâ, sdl. Bedreddin Çetiner, Şâmil Yayınevi, İstanbul, 1982, II.
6- Abdulaziz eş-Şennavi, Sahabe Hayatından Tablolar (Hanım Sahabeler), trc. Tâceddin Uzun, Uysal Kitabevi, Ankara, 1991.
7- Mevlânâ Şiblî, Asr-ı Saadet, trc. Ömer Rıza Doğrul, Eser Neşriyat, İstanbul, 1977, I.
8- Mevlânâ Şiblî, Asr-ı Saadet, trc. Ömer Rıza Doğrul, Eser Neşriyat, İstanbul, 1977, II.
9- İbnu Deybe, Teysiru'l-Vüsûl ilâ Câmii'l-Usûl, trc. İbrahim Canan, Akçağ Yayınevi, İstanbul, 1993, VI.
10- İbnu Deybe, Teysiru'l-Vüsûl ilâ Câmii'l-Usûl, trc. İbrahim Canan, Akçağ Yayınevi, İstanbul, 1993, IX.
11- İbnu Deybe, Teysiru'l-Vüsûl ilâ Câmii'l-Usûl, trc. İbrahim Canan, Akçağ Yayınevi, İstanbul, 1993, XI.
12- İbnu Deybe, Teysiru'l-Vüsûl ilâ Câmii'l-Usûl, trc. İbrahim Canan, Akçağ Yayınevi, İstanbul, 1993, XII.
13- İbnu Deybe, Teysiru'l-Vüsûl ilâ Câmii'l-Usûl, trc. İbrahim Canan, Akçağ Yayınevi, İstanbul, 1993, XV.
14- İbnu Hacer el-Askalânî, el-İsabe Seçkin Sahabeler, trc. Seyfullah Erdoğmuş, Sağlam Yayınevi, İstanbul, 2008.
15- M. Yusuf Kandehlevî, Hayatu’s-Sahabe Muhtasar, hzl. Ömer Lütfi Erdal, Işık Yayınları, İstanbul, 2006, I.
16- Mevlanâ Niyaz, Kadın Sahabiler, trc. Ali Genceli, Toker Yayınları, İstanbul, 1971.
17- Bediüzzaman Said Nursî, Mektubat, Zehra Yayıncılık, İstanbul,2007.
18- Mevlânâ Şiblî Numânî, Son Peygamber Hz. Muhammed Sîretü’n-Nebî, trc. Yusuf Karaca, İz Yayıncılık, İstanbul, 2008.
19- Zekeriya Kandehlevî, Fezâil-i Âmâl, trc. Yusuf Karaca, Risale, İstanbul, 2009.
20- M. Fethullah Gülen, Enginliğiyle Bizim Dünyamız, Nil Yayınları, İstanbul, 2009.
21- İbn Hazm, Cevâmiu's-Sîre, trc. M. Salih Arı, Çıra Yayınları, İstanbul, 2004. | |
| | | Sponsored content
| Titulli: Re: Hanım Sahabîler | |
| |
| | | | Hanım Sahabîler | |
|
| Drejtat e ktij Forumit: | Ju nuk mund ti përgjigjeni temave të këtij forumi
| |
| |
| |