“Cennet ve cehennem bana yakınlaştırıldı...”
Hz. Peygamber, vefatı yaklaştıkça gideceği âleme ait manzaraları daha çok görmeye başladı. Yüce Allah peygamberine gideceği ahiret âleminin perdelerini birbiri ardınca aralıyordu. O da gördüklerini etrafındaki sahabesine anlatıyor, cennete teşvik ederken cehennemden de sakındırıyordu. Cennet ve cehennemi anlatırken sanki gözleriyle görüyordu. Sanki dokunuyordu. Gördüğü manzara tertemiz yüzünde aynanın aksi gibi belirginleşiyor, bazen tebessüm ederken, bazen endişeli bir hale bürünüyordu. Sonra ağır ağır şöyle anlatıyordu:
“Yüce Allah cennet ehline şöyle seslenecek: ‘Ey cennet ehli!' Onlar da büyük bir edeple şöyle seslenecek: ‘Emret Ey Yüce Rabbimiz!'
Allah (cc) soracak: Halinizden memnun musunuz?
Cennet ehli: Nasıl memnun olmayız ki! Sen bize kimseye vermediğin bir makam verdin. Nasıl razı olmayız ki...
Allah (cc) buyuracak: Size daha fazlasını vereyim mi?
Cennet ehli: Ya Rabbi, bundan daha fazlası var mı ki?
Yüce Allah (cc) buyuracak: Evet, vardır. Size rızamı verdim. Artık sonsuza kadar korku ve endişe olmayacak.
* * *
Bir an duraksıyordu. Belli ki gözünün önünde beliren bir manzarayı aktaracaktı. Şöyle buyuruyordu: “Demin cennet ve cehennem bu duvarın üzerinde belirdi.
Duvara bakarken cennet ve cehennemi seyrettim. (Bugün televizyonu görünce bu hadisi daha iyi anlıyoruz.) Hayatımda cehennemden daha feci bir manzara görmedim. Ve yine hayatımda cennetten daha güzel bir manzara görmedim.”
* * *
Son günlerinde fitneye, kaosa, karışıklığa, çatışmalara karşı sürekli uyarılarda bulunuyor, birliğin-beraberliğin kaybolması halinde çözülmenin geleceğini haber veriyordu. Kudret, kuvvet ve saltanatın ebedi olmadığına, deveran halinde olacağına vurguda bulunuyordu. Şöyle özetliyordu değişmez sünnetullahın değişmez ilahi kuralı: “Allah aşağıya doğru indirmeyeceği hiçbir şeyi yükseltmez.” İbn-i Haldun'un; devlet ve medeniyetleri canlı bir organizmaya benzetmesi bu sözleri doğrulamaktan başka nedir ki...
Zaman ilerledikçe cenneti, daha çok hasretini haykırıyordu. Sanki gideceği yeri tanıtıyordu. Sanki veda'dan önce hasretini haykırıyordu. Ben sizin öncünüzüm derken, iman edenlerini orada bekleyeceğinin sözünü veriyordu. Ne dersiniz belki de büyük bir hasretle ‘dostun sıcaklığını hissedeceği evine' doğru giderken cehennem ve ateş çok uzaklarda kalsın istiyordu:
“Cennet ehli, kendilerinden daha yüksekte olan diğer cennet ehlinin köşklerine bakacaklar. Yeryüzünde duranların, gökte beliren ve sonra kaybolan yıldızları seyrettikleri gibi. Cennet ehlinin bir kısmının makamları o kadar yüksekte olacak ki ulaşılamayacak kadar yüksek. Herkesin derecesi farklı olacak.”
Sahabe soruyordu: Ey Allah'ın Elçisi! Peygamberlerin cennetteki makamlarına kimse ulaşamayacak değil mi? O (sav) şöyle cevaplıyordu: “Ulaşabilecekler. Beni gönderen zata yemin ederim ki bazı insanlar var ki onlar; Allah'a iman ettiler ve peygamberleri doğruladılar. İşte onların bir kısmı peygamberlere komşu olacaklar. O görünen yüksek köşklerin bir kısmı onlara aittir.”
* * *
Bazen cehennem O'na (sav) o kadar yakınlaşıyordu ki, -o kadar belirgin halde görünüyordu ki- yüzünde endişe ve korku hali beliriyordu. Bazen cennet O'na (sav) o kadar yakınlaşıyordu ki, sanki elini uzatsa bahçesinden meyve koparıp alacaktır. Bu tarifsiz manzarayı Buhari'nin rivayet ettiği hadiste şöyle tanımlıyordu: “Cennet bana o kadar yakınlaştırıldı ki şayet cesaret edip elimi uzatsaydım sizin için oradan bir salkım (üzüm) koparabilecektim. Sonra cehennem bana o kadar yaklaştırıldı ki ben şöyle söylenmeye başladım: Yoksa ya Rabbi ben de buradakilerle beraber miyim? Yoksa ben de onlarla beraber miyim?”
* * *
Son günlerinde yaşadığı bu müşahede hali belki ‘miraç' gecesi kendisine gösterilen cennet ve cehennem manzaralarından daha canlıydı. Bu, kıyamete kadar bir daha açılmayacak ‘peygamberlik kapısını' kapatırken verilebilecek en son sınırdaki bilgilerdi. Bir daha benzer bilgiyi kimse veremeyecekti zira. Göklerden, yücelerden gelen bilginin kapısı bir daha aralanmayacaktı.
* * *
“Kendimi cennete girmiş gördüm. Bir de ne göreyim. Önümde ‘Ümmü Süleym' (Hz. Enes'in annesi) duruyordu. Sonra bir ayak sesi duydum. Yanımdaki meleğe sordum: Bu kimin ayak sesidir? Yanımdaki melek: Bu ayak sesi eski köle Bilal'in ayak sesidir. Sonra bir köşk gördüm. Sordum: Bu köşk kimindir? Ömer'in köşkü dediler.”
Medine cemaati gözyaşları içinde rikkat kesilmişler ve bu büyük insanın hayata vedasını izliyorlar. Cemaate baktı. Belli ki birini arıyor. Sonra buldu ve sordu: “Bilal! Söyle bakayım. Seni bu makama getiren hangi amelindir? Senin cennetteki ayak seslerini işittim. Sen ne yaptın ki bu dereceyi kazandın?” Bilal (ra) mahcubiyet içinde şöyle mırıldandı. “Belki şu olabilir Ey Allah'ın Elçisi! Ben ne zaman yıkanır veya abdest alırsam gece veya gündüz- mutlaka Allah'a yönelir ve kılabildiğim kadar namaz kılarım.”
Son günlerinde böylece üç kişiliği ön plana çıkarıyordu. Ümmü Süleym'i. Dünya ölçeğinde hor görülen kadınların Allah katındaki derecesine işaret etmek için örnek kadın Ümmü Süleym'i. Köleliğe darbe vurmak için Hz. Bilal'i (ra). Ve samimi bir yürek için Hz. Ömer'i (ra).
(Konuya devam edeceğim.)
Doç. Dr. Nihat Hatipoğlu