Kâinatta Ben-i Âdemi ilim ve güzel amellerle diğer yaratılmışlara üstün kılan Allaha hamd olsun! İnsanları günahlardan uzaklaştırıcı, sevaplara götürücülükte teşvik eden resullerin sonuncusun, âlına ve Ashabına ve Onalar tabi olanlara salat ve selam olsun!
Kadın konulu bir mesele, sıradan gelen bir canlı varlığın hayat serüveni meselesi olmadığı gibi, salt bir insan sınıfının imtiyaz ve imaj konusu da değildir elbette. Kadın, bir toplumun değer ölçüsü, her asrın adalet mekanizmasının testi, medeniyetin inşasında hem direk hem çatı, kadın erkek her bireyin insani kimlik ve kişilik inşasının omuriliğini oluşturan tümden bir âlem sorunudur. Kısaca kadın sorunu, insanlık sorunudur. Eğer bir toplumda kadın sorunu varsa o toplum sorunlu demektir. O toplumun hali pür melaldir. Her konuda olduğu gibi kadın konusunda da toplumların iki değer yargısına sahip olduklarını görüyoruz. Biri vahyi ve aklı merkeze alarak, vahyi sürükleyen aklı da sürüklenen kabul ederken; diğeri de mantığı merkeze alır, vahyi de hedef tahtası halinde sürekli karşı çıkarak inkâr eder durur. Birincisine İlahi, ikincisine beşeri denilir. Birine iman ve İslam, diğerine inkâr ve küfür denilir.
İlahi öğretide insan asla insanın emrinde olmayıp, ilahi emirler bağlamında özgür bir kuldur. İlahi öğretilerin özgürlük ilanı “Lailahe illallah” formatında iki basamaklı bir ideal düşünce inşa ederken, bunun pratikteki yansıması da “İyyake na’budu” tümcesinde kendisini gösterdiğini görüyoruz. Yani üstümde maliklik ve sultada Allahtan başka kimsenin emrine girmeyeceğimi “Lailahe illallah” müdeal şiarla ilan eder ve “İyyake nabudu” pratiği ile de eylemimle özgürlüğümü haykırıyorum demektir.
Diğerinde ise, insan sürekli kendisi gibi bir insanlar tarafından kuşatma altına alınmıştır. Her sonra gelen de sürekli eskisini yetersiz veya ilkel bulmuş, yenilikler adı altında bu kuşatma ve sürüklenme devam etmiştir. İşte bu değişiklikler esnasında da seninkiydi yok benimkiydi derken karşılıklı çekişmeler, cedelleşmeler sürüncemi, arkasından hâkimiyet ve mahkûmiyetler var olagelmiştir. Kısaca bir kısım güçlüler bir kısım güçsüzleri ezip gitmiştir. Bu kategoride güçlü haklı iken, İlahi öğretide haklı daima güçlüdür. Diğer bir deyimle beşeri sistemlerde gücün hakkına boyun eğilir, ilahi öğretide hakkın gücüne boyunlar kıldan ince kabul edilir.
Kadın hususunda da beşeri düzenlerde sürekli kadının dişiliği ön plana alınmışken, İlahi düzende ise kadının sürekli şahsiyeti ön planda tutulmuştur. İşte kişiliği ile değerlendirilen kadının hem hukukta, hem toplumda, hem aile hem de bireysel bazda erkeklerden daha çok hakkı mahfuz kabul edildiğini görüyoruz. Kur’an, kadına anne eksenli bakar. Ve bunu da “Um” kavramında formüle eder. Meseleye bu bağlamda baktığımız zaman. “Um” aynı zamanda merkez bir birey şeklinde önümüze çıkmaktadır. Kitabın anası Manasında ‘Ümmül kitap’ merkezi yer bağlamında ‘Umul kura’ peygamberlerin annesi bağlamında ‘Ummu Musa’ Hz. İsa için ‘Ummu hu’ Peygamberimize ‘ümmi’ olan nebi kavramı da aynı bağlamda mana taşıdığını yani annesinden doğarken ki hal üzere kalm, başkasından bir bilgi almama şeklinde mana verildiğini görüyoruz. Ateşin mücrimleri yakalayıp onları yakıtın can alıcı merkezi noktasına da “Ummu hu haviye” şeklinde geldiğini görmekteyiz. Bunu insaniyet merkezi bağlamında değerlendirdiğimizde İslam’da kadın insanlık merkezi şeklinde karşımıza çıktığını rahatlıkla görebiliyoruz. Hatta rehber ve önder manasında imam, toplum birlikteliği bağlamında ümmet kavramları da aynı sözcüklerden oluştuğunu düşündüğümüzde İslam da anne yani kadının ne kadar önem taşıdığını görürüz.
“Kadın sendelerse cemiyet yüz üstü düşer” diyen şair ne güzel söylemiştir.
Toplumu bozmak isteyenlerin kadın üzerinden sürekli saldırmalarını bu bağlamda değerlendirmemiz lazım. Düne kadar felsefecileri kadının insan olup olmadığını tartışan Batı, kadını en zor şartlar altında çalıştırırken bugün de bir sakızın, bir çikolatanın ve tüketim araçlarının bir reklâm aracı olarak sömürmektedir. Ancak; önce ahlaken yozlaştırılan, kültürel olarak bayağılaştırılan kadının gayri ahlaki durumlarda alabildiğine önü açılmıştır. Böylece kadın hak ve özgürlükler adı altında “Um” olma vasfından uzaklaştırılmış bir durumdadır.
Kadın derken hayâ, iffet ve örtü akla gelir elbette. Evet, İslam’da hayâ, iffet ve örtü ne kadar önemli ise, Küfürde de hayâsızlık, iffetsizlik ve örtüsüzlük de revaçtadır.
İslam’ın kadına verdiği önemi iyice anlayabilmek için İslam’ın temel kaynağı olan Kur’an’a ve İslam hukukuna bakmak yeterli olacak. Kur’an’da “Nisa” şeklinde; 59 yerde “Um” formatında 116 yerde “mer’e” formatında 37 yerde “zevç ve zevce” şeklinde 80 yerde “b-n-t” formatında 16 yerde Kadın muhatap alınmıştır.
Rabbimiz Kur’an-ı Kerim’de Hz. Meryem’den bahseder. Onun abidliğinden, iffetinden ve diğer güzel vasıflarını anlatarak insanlara takdim eder. Ayrıca zenci bir köle olan Hz. Hacer’den ve onun fedakârlığından da bahseder. Onun şahsında benzer tüm kadınları kıyamete kadar taltif eder. Bu babtan hac menasikini yerine getirmek isteyen bir Müslüman’ın yapmak mecburiyetinde olduğu vazifeler arasında Safa ile Merve arasındaki sa’y da bunlardandır.
Allahu Teâlâ Safa ile Merve’yi de şöyle vasıflandırmıştır. “Safa ile Merve ın şiarındandır.” Bu kadıncağız toplumsal bir kimliği bulunmayan, simsiyah zenci bir kadın. Ama onun Safa ile Merve arasındaki yürüyüşüne ‘Allah’ın nişanesi’ diyor. Kur’an’da kadın işte budur. İslam dininde işlenen suçların en çirkini kadın iffetinin kirletilmesi sonucu verilen cezadır. Kadın ve hayâsı o kadar önemli ki onun çiğnenmesinin önününün alınması için müfteriler şiddetle ve ibretle cezalandırılıyor.
Hadisi şeriflerde ‘cennet annelerin ayakları altındadır’ diye buyurmaktadır. Bir Müslümanın -kadın olsun erkek fark etmez- cennet yolu annelerinin ayakları altındadır.
Dinimizin tüm emirler ve nehiyleri bir ana gaye etrafında düğümlenmektedir: Kalbi ve düşünceyi, nefsin bütün hayvani istek ve ihtiraslarından geçici-fani dünyalık arzuların esir edici zincirinden kurtarıp, sevgisinin aydınlık hürriyetine kavuşturmaktır.
(inzar Dergisi)